Thursday, November 08, 2007


OKAZYON

Aslında futbolla ilgim yok. Önce Nurdan göndermiş, ama açamadım videoyu. Sonra kongrede Fethi bey bahsedince tekrar bir bakayım dedim. Sonunda dinlemeyi başardım. Amanin o nedir öyle? O kasıntı herifi dinlerken fenalık geçirdim. Hele “okazyon” lafını işittiğimde resmen koptum. Okazyon ne yahu? Ne biçim telaffuz o?



Tam metin aynen şöyle:

It doesn't matter for us, for me. Big games easy than the other games, unfortunately. Everytimes we have the control the games, under the control the games, during the games, we have the some possibility, some big chances, some big okazyon. Something like that, but what can I do, sometimes? And it is the football, that is the football. Something happened. Everything is something happened. But anyway, now is in the tabela, we have to seen the situation. Now is second position. And one point more. I don't want to see the back, I want to see the front and I hope so tomorrow my team's ...

Şu cümleye bakın bir: “I don't want to see the back, I want to see the front.” Yani diyor ki, “kıçı görmek istemiyorum, önü görmek istiyorum.” O “ön” sakın pantolonun içindeki şey olmasın? Töbe töbee! Ya şu cümle: “Something happened. Everything is something happened.” Zaten konuşmayı dinledikten sonra bana da “something happened” oldu, İngilizceyi geçici olarak unuttum. Kim bilir yabancılar dinleyince ne düşünmüşlerdir? Ah, bir de “in the tabela” var. Yuh be kardeşim! Hiç mi utanma yok sende?

Demek ki, Fatih Terim gerçekten aptal. Adam resmen ciddi ciddi İngilizce konuştuğunu zannediyor. İnsan bu kadar kötü İngilizce konuştuğunun, aslında da İngilizce bilmediğinin nasıl farkında olmaz? Bunu nasıl konuşturmuşlar orada? Adam bizi kimsenin yapamayacağı kadar rezil etti herkesin önünde. Kaç para veriyorlar bu herife her ay? Milli takımda hâlâ Hakan Şükür’ü oynatıyormuş. O adam hâlâ jübile yapmadı mı be? On sene önce de milli takımda aynı isimler yok muydu?

Şimdi iki soru soralım:

1) Sizce “okazyon” ne anlama geliyor?

2) “In the tabela”nın doğru İngilizce söylenişi ne olabilir?

Ha, bir video daha var. Dinleyin bakın, efsane devam ediyor. Birileri durdursun şu adamı!



BİR KONGRENİN ARDINDAN

Geçtiğimiz hafta sonu, Liberal Düşünce Topluluğu’nun Ürgüp’te düzenlediği “Liberal Düşünce Kongresi”ne katıldım. Tez ile uğraşmak için eve kapandıktan sonra dışarı çıkmak ve değişiklik yaratmak için iyi bir fırsattı bu. Kongreye ilk defa üç sene önce Atilla Yayla’nın daveti üzerine Ankara’da katılmıştım, o zamandan bu yana bir daha gitmek mümkün olmamıştı. Gazi Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörü olan Yayla’yı hatırlarsınız sanırım, geçen sene bu zamanlarda İzmir’de AKP’nin düzenlediği bir panelde Kemalizm hakkında yaptığı bir konuşma yüzünden başına bir sürü iş açmışlardı hani. Bu konuda burada iki yazı da yazmıştım o dönem. Halbuki daha sonradan Atatürk’e “bu adam” demediği ortaya çıktı ve görevine iade edildi – kınama cezası alarak tabii.

Perşembe günü gece 10 gibi bir arkadaş ile otobüse bindik, 10.5 saat süren rahatsız edici bir yolculuktan sonra sabah saat 8:30 gibi Nevşehir’de idik. Otele saat 14:30’da alacakları için etrafta dolanalım dedik. Göreme Ören Yeri’ne gidip kayalara oyulan şu malum yapıları gezdik, girişte de 10 lira bayıldık. İçeride bir kilise varmış, onu görmek için de fazladan 5 lira ödenmesi gerekiyormuş. Boşu boşuna bu üçkağıtçılığa para vermek istemedim. Açıkçası, gördüklerim çok da matah değildi. En ilgi çekici bulduğum şey, taştan oyulmuş bir yemek masasının olduğu yemekhane tarzı yer oldu. Bir de, yol kenarında yeni doğurduğu yavrularını emziren ve turistlerin ilgisini en az kayalar kadar çeken köpek dikkate değerdi. Daha sonra Ürgüp’e gittik, bir zamanların ünlü lümpen dizisi Asmalı Konak’ın çekildiği yerin önünden geçtik. Etrafta sürekli olarak köpekler havlıyordu. Hatta ara sokaklarda gezerken siyah bir köpek beni takip etti ve önümü keserek bir süre boyunca bana havladı.


Neyse ki otele bir saat erken girme imkânımız oldu. Duş aldıktan sonra akşam saat 6’ya kadar uyuduk. Saat 7 gibi de açılış kokteyline katıldık. Kokteyl esnasında Atilla Yayla birkaç defa ısrarla şarap içmemi önerdi, ama sarhoş olup akademik camiadaki saygınlığımı zedeleyecek hâl ve hareketlerde bulunma korkusu yüzünden kabul etmedim. Gece kulübünde olsak neyse … Akşam yemeğinin sonuna doğru, yediklerimi masada sindirmeye çalışırken hemen arkamızdaki masada oturan birilerinin benimle tanışmak istediğini ilettiler. Kalkıp iki kişi ile el sıkıştım. Bunlardan biri İzlenimler sitesinin sahibi Fethi Bey idi, tam karşısında da uzun zamandan beri internette atıştığım azılı sosyalist düşmanı Afşar Çelik vardı. İnternette ismen bildiğiniz kişiler ile yüz yüze konuşmak ilginç bir deneyim oluyor. Geç vakte kadar oturup sohbet ettik.

Cumartesi günü oturumlar başladı. Bunların en dikkate değer olanı, AKP’nin isteği üzerine anayasa taslağı hazırlayan üniversite hocaları arasında yer alan Levent Köker ve Yavuz Atar’ın katıldığı “Türkiye’nin Yeni Bir Anayasaya İhtiyacı Var mı?” konulu oturumdu. Yavuz Atar bu anayasa taslağı yüzünden karşılaştıkları sorunlardan ve muamelelerden bahsetti. Etrafta tanımadığım pek çok kişi vardı. Genelde muhafazakâr kesimden gelenler göze çarpıyordu. AKP destekçisi eylemleri ile tanınan Genç Siviller topluluğunun birkaç üyesi ortalıkta geziniyordu. Kendilerini liberal olarak adlandıran yeni yetme birtakım gençler de geceden zımbaladıkları fotokopi bültenlerini ümitsizce katılımcıların arasında dağıtmaya çalışıyorlardı. Onları üzmemek için bir tane aldım ve oturumlarda üzerine resim çizmek için kullandım. Yine bunlardan birkaç tanesi bir köşeye çekilmiş, Alman heavy metal grubu Ramstein Nazi midir, değil midir diye tartışıyorlardı. Mustafa Akyol ve Mustafa Erdoğan gibi kişiler konferansa gelmemişlerdi. Öğrendiğime göre Mustafa Akyol Kanada’ya gitmiş – Akıllı Tasarım’ı bir mahkemede savunmak üzere! Pes dedim.


Ne yazık ki, bütün liberallerin sürekli olarak muzdarip oldukları bir eksiklik bu konferansta da dikkate çarpıyordu: Kızlar! Elbette kız tavlamaya gelmedik, ama burası da askeriye değil ki. Oturumlardan çıktıktan sonra salonun dışında milletin sürekli olarak erkek erkeğe sohbet ettiğini görmek, insanın bu tarz yerlerde sosyalleşme isteğini azaltıyor. Üstelik dışarıdaki masalarda katılımcıları bekleyen beleş çay, kahve ve kuru pasta bu eksikliği gidermeye yetmiyor. Bu durumu gördükten sonra liberalizm belasının ileride Türkiye’nin başına fazla sorun çıkarmayacağından bir kez daha emin oldum. Nitekim aralarında “dişi” sayısı az olduğu için liberaller üreyip sayılarını arttıramayacaklar; dahası az sayıdaki dişi için aralarında kavga edip birbirlerini yiyecekler. Böylece “doğal seçilim” yasaları bir kez daha işleyecek ve liberaller silinip gidecekler; ortalık da sosyalistlere kalacak.

Kongrelerin belki de en önemli yanı katılımcıların yeni kişiler ile tanışmalarıdır. Bunun dışında sıkıcı olduklarını söylemek gerekiyor. Bu açıdan konferansın bana göre en heyecan verici tanışıklığı “açık büfe” oldu. Sabah kahvaltısında, öğle ve akşam yemeklerinde sunulan çeşit çeşit yemeği denemek oldukça ufuk açıcı bir deneyimdi. Hem başka nerede tabağınızı aynı anda tavuk, pilav, patates kızartması, kavurma, peynir, balık ve makarna ile doldurma imkânı bulacaksınız? Zaten bir süre sonra tek tabak yetmiyor, iki tabak ile yemek kuyruğuna giriyorsunuz. Ancak her defasında birkaç kez kuyruğa girmem dikkatleri çektiği için, sayıyı “üç” ile sınırlandırmak zorunda kaldım. Yine de, orada bulunmayan “emekçi” kardeşlerim için de yemeyi ihmal etmedim. Kapitalizm denen insanlık dışı illetin sömürü çarkları altında ezilen yığınlar için yerine getirmem gereken bir sorumluluktu bu.


Cumartesi akşamı yemekte Atilla Yayla yanımıza gelip paramız olup olmadığını sordu; içmeye gideceklermiş. Hatta laf arasında emekli bir “dansöz” lafı da geçti. Ancak bu kadar yemek yemiş hâlde ve pantolonumun kemerini çözmüş vaziyette masada yayılmış otururken dansözlü bir geceyi kaldıramazdım. Onun yerine arkadaşlar ile otelden çıkıp kafe tarzı bir yere gittik. İçtiğimiz çayların parasını da sosyalist avcısı Afşar Çelik’e ödettik. Pazar günü erkenden yola çıkmamız gerektiği için Mümtazer Türköne’nin yer alacağı ertesi günkü oturuma katılamadık. Türköne’yi bilirsiniz, şu karısı AKP’den milletvekili olan, Gazi üniversitesi hocası profesör. Bir ara Okan Bayülgen'i de dövecekti hani. Ertesi günü yine son derece rahatsız edici ve otobüs firmasını laçkalığı yüzünden neredeyse 12 saat süren bir yolcuktan sonra İstanbul’a vardık. Anadolu’nun içlerine yapılacak bu tarz yolculuklarda bir daha otobüse binilmemesi gerektiğini de öğrenmiş olduk.

Cumartesi günü yapılan son oturumun konusu “Liberal Olmanın Kişisel Bir Anlamı ve Değeri Var mı?” idi. Yapılan tartışmalarda liberal olmanın kişiye neler kazandırdığı üzerinde de duruldu, bazı farklı düşünceler öne sürüldü. Tabii, herhangi bir görüş birliği sağlanamadı. Ancak açık büfeyi yaklaşık iki gün boyunca etraflıca tecrübe ettikten sonra, “liberal olmak kişiye ne kazandırır?” sorusunun kesin bir yanıtına biraz olsun yaklaştığımı sanıyorum: Kilo kazandırıyor!