KİM İLKEL?
Yukarıdaki resimde kaç tane gariplik dikkatinizi çekti? Kızın başörtüsünü ve mini eteğinin altında kalan kısmı parmaklarınızla bir kapatın. Gördüğünüz kızın İslâmcı bir kız olduğunu söyleyebilir misiniz? Şimdi de, başörtüsünün altı ile dizlerinin üstünde kalan kısmı kapatın. Gördüğünüz kızın laik bir kız olduğunu söyleyebilir misiniz? Sizce bu kız İslâmcı bir giyiniş tarzı içinde mi? Bundan birkaç ay önce Taksim’e giderken otobüste gördüğüm bir başka başörtülü kızdan bahsetmiş ve kızın giyinişinden ötürü “bölünmüş” hâlde olduğunu söylemiştim. Yukarıdaki resimde bunun daha vahim bir hâlini görüyorsunuz.
Kız belli ki İslâmcı, ama bir türlü tesettüre bürünememiş. Mini etek giymek istemiş, ama bacakları görünüp de günaha gireceğini düşündüğünden bacaklarını uzun beyaz bir etekle örtmüş. Saçlarını gösterirse günaha gireceğini düşündüğü için örtü takmış, ama vücudunu sıkıca saran bir body giymiş. Ama bu defa da çıplak omuzlarının ve kollarının görünmemesi için beyaz, uzun kollu bir elbise giymiş. Başörtüsü yüzünden belki kızın saçları görünmüyor, ama o giydiği sıkı elbise yüzünden kalçaları gayet açık bir biçimde görünüyor. Böyle yapmakla günaha girmeyecek mi şimdi?
Anlaşılıyor ki, o da diğer hemcinsleri gibi normal giyinip gezmek istemiş, ama kafasına doldurdukları bin bir türlü hurafe ve saçmalık yüzünden istediğini tam yapamamış. Nitekim giyiniş biçimi ister istemez düşünüş biçimini de yansıtıyor – tam bir tutarsızlık içinde. Neyi nasıl giyeceğini bilememiş. Kendince ikisinin ortası bir yol bulmaya çalışmış, ama becerememiş. Bunun bir ortası olabilir mi? Nasıl olsun? Tam manasıyla kafası bölünmüş, parçalara ayrılmış. Bunlar nasıl birleşebilir? Bu saatten sonra bileşebilir mi? Bunları dalga geçmek için yazmıyorum. Durumun ne kadar vahim olduğunu göstermek için yazıyorum.
Bu İslâmcıların ahlâk anlayışı günümüze uyuyor mu? Son kullanma tarihini çoktan aşmış bir anlayışın her türlü can sıkıcı dayatmasını çekmek zorunda kalıyoruz. Bu saçma sapan düşüncelerini sadece kendi içlerindeki kişilere – ki bunların da önemli bir bölümünün bu düşüncelerden yakındıklarına eminim – dayatmıyorlar, aynı zamanda bize de kabul ettirmeye çalışıyorlar. Hac zamanlarında havaalanlarındaki bikinili kadın reklamlarını görünce uçkurları depreşen dingil hacı adaylarını, kafalarını başka tarafa çevirip bakmamayı beceremediklerinden, belki de istemediklerinden, reklamların kaldırılması için kıyametleri koparan şu tipleri hatırlayın bir.
Acaba bunların bu ahlâk anlayışları çağımıza uygun mu? Ahlâk mutlak bir şey midir ki, bunların savundukları şeyler de her yerde geçerli olsun? İlginç bir örnek vermek için ünlü Fransız antropolog Claude Levi-Strauss’un bir kitabından aktarma yapacağım (“Hüzünlü Dönenceler”, 3. baskı, Çev. Ömer Bozkurt, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2000; İngilizcesi: "Tristes Tropiques", Penguin (Non-Classics), 1992). 1934 yılında Brezilya’daki San Paulo Üniversitesi’ne sosyoloji profesörü olarak giden Levi-Strauss 1939’a kadar orada alan çalışmaları yapmış. Yaptığı yolcukları ve incelemelerini bu kitabında anlatıyor. İncelediği kabilelerden bir tanesi de Nambikwara kabilesi. Kitaptan ilk olarak utanma duygusu ile ilgili bir yer aktarayım:
“(…) Nambikwaraların gönül işlerine bakışı onların tamindige mondage sözüyle özetlenebilir. Çok zarif bir çeviri olmasa bile bunun tam karşılığı şudur: “Aşk yapmak iyidir.” Günlük yaşamda rastlanan erotik havadan daha önce söz etmiştim. Gönül işleri, yerlilerin ilgisini ve merakını en ileri derecede çekmektedir; bu konulardan söz etmeye çok isteklidirler ve kampta konuşulanlar arasında buna ilişkin esinlemeler ve üstü örtülü sözler çoktur. Cinsel birleşmeler genellikle gece, kimi zaman kamp ateşlerinin yanında gerçekleşir. Ama çoğunlukla çiftler kıra yönelir, yüz metre kadar uzağa giderler. Bu hareketleri hemen fark edilir ve çevrede neşeli bir dalgalanma yaratır. Olayla ilgili yorumlar yapılır, şakalaşılır, hatta küçük çocuklar bile nedenini çok iyi bildikleri bir heyecan içindedir. Bazen erkekler, genç kadınlar ve çocuklardan oluşan bir grup, çiftin peşinden gider. Dallar arasında, birbirleriyle fısıldaşarak ve gülüşlerini bastırmaya çalışarak olayın ayrıntılarını izler. Sevişen çift gözetlenmekten hiç memnun olmaz, ama gene de bu oyuna katılmalarında ve köye dönüşte hedef olacakları takılma ve alaylara katlanmalarında fayda vardır. Bir başka çiftin birincisini örnek aldığı ve kırda yalnızlığı aradığı olur.
“Ne var ki bu olaylar enderdir ve cinsel birleşmeyi kısıtlayan yasakların varlığı da bu durumu tam olarak açıklayamaz. Bunun gerçek nedeni daha çok yerlilerin yaratılışında aranmalıdır. Çiftlerin bu kadar istekle ve herkesin önünde giriştikleri ve çoğu zaman oldukça cüretli aşk oyunlarında hiçbir zaman bir ereksiyon başlangıcı görmedim. Sanki fiziksel olmaktan çok, oyun ve duygu düzleminde bir zevk arar gibiydiler. Nambikwaralar, Orta Brezilya’da yaşayan bütün topluluklarda görülen penis kılıfını kullanmaktan belki de bu nedenle vazgeçmiş olabilirler. Gerçekten de bu nesnenin işlevi ereksiyonu önlemek değilse bile, en azından onu taşıyan kimsenin cinsel bir yöneliş içinde bulunmadığını kanıtlamak olabilir. Bütünüyle çıplak yaşayan bu insanlar da bizim utanma dediğimiz şeyin yabancısı değildir; sadece sınırını biraz daha ileriye götürürler. Melanezya’nın kimi yörelerinde olduğu gibi Brezilya yerlilerinde de utanmanın sınırı, vücudun iki farklı örtünme derecesi arasında değil de, sükunet ile tahrik olma arasındadır.” (s. 299-300)
Şimdi İslâmcı ahlâk anlayışına göre düşünelim. Bir kere ulu orta, hele çocukların önünde bu şekilde cima etmek çok büyük bir günahtır ve bunu yapanlar, bile bile seyredenler, üstelik çocuklara seyrettirenler – eğer tövbe etmezlerse – Allah’ın gazabına uğrayacak, cehennemin alevleri arasında cayır cayır yanacaktırlar. Hele bu ahlâksız eylemi yapanlar evli değilseler, taşlanarak öldürüleceklerdir. Böylesine ahlâksız bir toplum da çok yaşayamaz zaten.
Bir süre önce, utanmazca ve pişkince AKP partizanlığı yapan dinci bir sitede eşcinsellerin ruh hastası olduklarını ve tedavi görmeleri gerektiğini söyleyen bir yazı okudum. İşin en matrak ve saçma tarafı, yazının ve sitenin sahibi olan kişinin kendisini İslâmcı değil, demokrat ve liberal görüşlü biri olarak tanımlamasıydı. Ancak kendisi ile tartışmaya girdiğimde çirkeflik ederek beni “laikçi faşist” olarak adlandırdı. Levi-Strauss’un bahsettiği aynı kabileden konu ile ilgili bir alıntı yapayım:
“(…) Genç kadınları düzenli evlilik çevriminden belli aralıklarla çekip alan reis, böylece, evlilik çağındaki kızlar ve erkekler arasında sayısal bir dengesizlik yaratmaktadır. Genç erkekler bu durumun başlıca kurbanlarıdır veya uzun yıllar bekar kalmaya ya da dullar veya kocalarınca terk edilen kadınlarla evlenmeye mahkûm olmaktadırlar
“Nambikwaralar sorunu bir başka yoldan da çözmektedirler: şiirli bir sözle, tamindige kihandige, yani “yalan aşk” dedikleri eşcinsel ilişkilerle. Bu ilişkiler gençler arasında yaygındır ve normal ilişkilerden daha açıkça gerçekleşir. Karşı cinsten yetişkinlerin yaptığı gibi eşler bozkırda uzaklara gitmez; komşuların gülümseyen bakışları önünde, kamp ateşinin yanına yerleşirler. Olay genelde ölçülü takılmalara yol açar; bu ilişkiler çocukça sayılır ve dikkat çekmez. “Bu girişimler tam bir doyuma kadar sürdürülür mü, yoksa evli çiftler arasıdaki ilişkilerde de çoğu zaman olduğu gibi, erotik oyunlarla birlikte duygusal yakınlaşmalarla sınırlı mı kalır?” sorusunun yanıtı kesin değildir.
“Eşcinsel ilişkilere, sadece birbirinin çapraz kardeş çocuğu konumunda bulunan yeniyetmeler arasında izin verilir. Başka bir deyişle, biri normalde diğerinin kız kardeşiyle evlenebilecek durumdadır ve erkek kardeşi geçici olarak onunla ikame edilmektedir. Bu türden yakınlıklar konusunda bir yerliyle konuşulduğunda alınan yanıt hep aynıdır: “Sevişenler kardeş çocuğu (ya da kayınbirader) olurlar. Kayınbiraderler yetişkin yaşa geldiklerinde de büyük bir özgürlük içinde davranmayı sürdürür. Evli, çocuk sahibi iki-üç erkeğin akşamları birbirlerine sevgiyle sarılarak dolaştıklarını görmek mümkündür.” (s. 328-9)
Şimdi demin bahsettiğim İslâmcı kişiye göre düşünürsek, bu “ilkellerin” topu ruh hastası oluyor ve tedavi görmeleri gerekiyor. Allah bilir, bu tedavi de üfürükçü cübbeli Mehmet hocanın muskalı kocakarı tedavisidir. Emin olun, bu zavallıların ahlâk anlayışının uygulandığı bir ülkede, normal bir ülkede olduğundan çok daha fazla eşcinsel – ve şüphesiz lezbiyen – olacaktır. Zira bunların kadın-erkek arasındaki normal ilişkileri yasaklaması, insanları ister istemez buna yönlendirecektir. Hatırlayın, bu tiplerin taptığı Osmanlı’daki medreselerde eşcinselliğin nasıl meydana çıktığını daha önce yazmıştım.
Resimdeki kızları gördükçe sinirlenmeden edemiyorum. Yazık bu kızcağızlara, gerçekten çok yazık. Bir insan nasıl böylesine bir kişilik bölünmesi içine itilir? Kafası nasıl böylesine çarpıtılır? Bu nasıl bir beyin yıkamasıdır? Kızın kafası öylesine bölünmüş ki, neyi nasıl giyeceğini şaşırmış. Bunu yapan nasıl bir düşüncedir, nasıl bir dünya görüşüdür? Bu kızlara bunları yapan insanlar nasıl utanmaz, ruh hastası kişilerdir? Kadınlara, kızlara bu kötülüğü yapanlar bunlara nasıl bir düşmanlık, kin beslemektedirler? Yazık değil mi bu kızların gençliklerine, umutlarına, arzularına? Özgürce, istedikleri gibi yaşamaları neden korkutuyor birilerini? Bu korkunun kaynağı nedir? Böylesine bir vahşetin mantığını anlamakta güçlük çekiyorum.
Yukarıdaki yerlileri okudunuz. Sorarım size: Kim ilkel?
Yukarıdaki resimde kaç tane gariplik dikkatinizi çekti? Kızın başörtüsünü ve mini eteğinin altında kalan kısmı parmaklarınızla bir kapatın. Gördüğünüz kızın İslâmcı bir kız olduğunu söyleyebilir misiniz? Şimdi de, başörtüsünün altı ile dizlerinin üstünde kalan kısmı kapatın. Gördüğünüz kızın laik bir kız olduğunu söyleyebilir misiniz? Sizce bu kız İslâmcı bir giyiniş tarzı içinde mi? Bundan birkaç ay önce Taksim’e giderken otobüste gördüğüm bir başka başörtülü kızdan bahsetmiş ve kızın giyinişinden ötürü “bölünmüş” hâlde olduğunu söylemiştim. Yukarıdaki resimde bunun daha vahim bir hâlini görüyorsunuz.
Kız belli ki İslâmcı, ama bir türlü tesettüre bürünememiş. Mini etek giymek istemiş, ama bacakları görünüp de günaha gireceğini düşündüğünden bacaklarını uzun beyaz bir etekle örtmüş. Saçlarını gösterirse günaha gireceğini düşündüğü için örtü takmış, ama vücudunu sıkıca saran bir body giymiş. Ama bu defa da çıplak omuzlarının ve kollarının görünmemesi için beyaz, uzun kollu bir elbise giymiş. Başörtüsü yüzünden belki kızın saçları görünmüyor, ama o giydiği sıkı elbise yüzünden kalçaları gayet açık bir biçimde görünüyor. Böyle yapmakla günaha girmeyecek mi şimdi?
Anlaşılıyor ki, o da diğer hemcinsleri gibi normal giyinip gezmek istemiş, ama kafasına doldurdukları bin bir türlü hurafe ve saçmalık yüzünden istediğini tam yapamamış. Nitekim giyiniş biçimi ister istemez düşünüş biçimini de yansıtıyor – tam bir tutarsızlık içinde. Neyi nasıl giyeceğini bilememiş. Kendince ikisinin ortası bir yol bulmaya çalışmış, ama becerememiş. Bunun bir ortası olabilir mi? Nasıl olsun? Tam manasıyla kafası bölünmüş, parçalara ayrılmış. Bunlar nasıl birleşebilir? Bu saatten sonra bileşebilir mi? Bunları dalga geçmek için yazmıyorum. Durumun ne kadar vahim olduğunu göstermek için yazıyorum.
Bu İslâmcıların ahlâk anlayışı günümüze uyuyor mu? Son kullanma tarihini çoktan aşmış bir anlayışın her türlü can sıkıcı dayatmasını çekmek zorunda kalıyoruz. Bu saçma sapan düşüncelerini sadece kendi içlerindeki kişilere – ki bunların da önemli bir bölümünün bu düşüncelerden yakındıklarına eminim – dayatmıyorlar, aynı zamanda bize de kabul ettirmeye çalışıyorlar. Hac zamanlarında havaalanlarındaki bikinili kadın reklamlarını görünce uçkurları depreşen dingil hacı adaylarını, kafalarını başka tarafa çevirip bakmamayı beceremediklerinden, belki de istemediklerinden, reklamların kaldırılması için kıyametleri koparan şu tipleri hatırlayın bir.
Acaba bunların bu ahlâk anlayışları çağımıza uygun mu? Ahlâk mutlak bir şey midir ki, bunların savundukları şeyler de her yerde geçerli olsun? İlginç bir örnek vermek için ünlü Fransız antropolog Claude Levi-Strauss’un bir kitabından aktarma yapacağım (“Hüzünlü Dönenceler”, 3. baskı, Çev. Ömer Bozkurt, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2000; İngilizcesi: "Tristes Tropiques", Penguin (Non-Classics), 1992). 1934 yılında Brezilya’daki San Paulo Üniversitesi’ne sosyoloji profesörü olarak giden Levi-Strauss 1939’a kadar orada alan çalışmaları yapmış. Yaptığı yolcukları ve incelemelerini bu kitabında anlatıyor. İncelediği kabilelerden bir tanesi de Nambikwara kabilesi. Kitaptan ilk olarak utanma duygusu ile ilgili bir yer aktarayım:
“(…) Nambikwaraların gönül işlerine bakışı onların tamindige mondage sözüyle özetlenebilir. Çok zarif bir çeviri olmasa bile bunun tam karşılığı şudur: “Aşk yapmak iyidir.” Günlük yaşamda rastlanan erotik havadan daha önce söz etmiştim. Gönül işleri, yerlilerin ilgisini ve merakını en ileri derecede çekmektedir; bu konulardan söz etmeye çok isteklidirler ve kampta konuşulanlar arasında buna ilişkin esinlemeler ve üstü örtülü sözler çoktur. Cinsel birleşmeler genellikle gece, kimi zaman kamp ateşlerinin yanında gerçekleşir. Ama çoğunlukla çiftler kıra yönelir, yüz metre kadar uzağa giderler. Bu hareketleri hemen fark edilir ve çevrede neşeli bir dalgalanma yaratır. Olayla ilgili yorumlar yapılır, şakalaşılır, hatta küçük çocuklar bile nedenini çok iyi bildikleri bir heyecan içindedir. Bazen erkekler, genç kadınlar ve çocuklardan oluşan bir grup, çiftin peşinden gider. Dallar arasında, birbirleriyle fısıldaşarak ve gülüşlerini bastırmaya çalışarak olayın ayrıntılarını izler. Sevişen çift gözetlenmekten hiç memnun olmaz, ama gene de bu oyuna katılmalarında ve köye dönüşte hedef olacakları takılma ve alaylara katlanmalarında fayda vardır. Bir başka çiftin birincisini örnek aldığı ve kırda yalnızlığı aradığı olur.
“Ne var ki bu olaylar enderdir ve cinsel birleşmeyi kısıtlayan yasakların varlığı da bu durumu tam olarak açıklayamaz. Bunun gerçek nedeni daha çok yerlilerin yaratılışında aranmalıdır. Çiftlerin bu kadar istekle ve herkesin önünde giriştikleri ve çoğu zaman oldukça cüretli aşk oyunlarında hiçbir zaman bir ereksiyon başlangıcı görmedim. Sanki fiziksel olmaktan çok, oyun ve duygu düzleminde bir zevk arar gibiydiler. Nambikwaralar, Orta Brezilya’da yaşayan bütün topluluklarda görülen penis kılıfını kullanmaktan belki de bu nedenle vazgeçmiş olabilirler. Gerçekten de bu nesnenin işlevi ereksiyonu önlemek değilse bile, en azından onu taşıyan kimsenin cinsel bir yöneliş içinde bulunmadığını kanıtlamak olabilir. Bütünüyle çıplak yaşayan bu insanlar da bizim utanma dediğimiz şeyin yabancısı değildir; sadece sınırını biraz daha ileriye götürürler. Melanezya’nın kimi yörelerinde olduğu gibi Brezilya yerlilerinde de utanmanın sınırı, vücudun iki farklı örtünme derecesi arasında değil de, sükunet ile tahrik olma arasındadır.” (s. 299-300)
Şimdi İslâmcı ahlâk anlayışına göre düşünelim. Bir kere ulu orta, hele çocukların önünde bu şekilde cima etmek çok büyük bir günahtır ve bunu yapanlar, bile bile seyredenler, üstelik çocuklara seyrettirenler – eğer tövbe etmezlerse – Allah’ın gazabına uğrayacak, cehennemin alevleri arasında cayır cayır yanacaktırlar. Hele bu ahlâksız eylemi yapanlar evli değilseler, taşlanarak öldürüleceklerdir. Böylesine ahlâksız bir toplum da çok yaşayamaz zaten.
Bir süre önce, utanmazca ve pişkince AKP partizanlığı yapan dinci bir sitede eşcinsellerin ruh hastası olduklarını ve tedavi görmeleri gerektiğini söyleyen bir yazı okudum. İşin en matrak ve saçma tarafı, yazının ve sitenin sahibi olan kişinin kendisini İslâmcı değil, demokrat ve liberal görüşlü biri olarak tanımlamasıydı. Ancak kendisi ile tartışmaya girdiğimde çirkeflik ederek beni “laikçi faşist” olarak adlandırdı. Levi-Strauss’un bahsettiği aynı kabileden konu ile ilgili bir alıntı yapayım:
“(…) Genç kadınları düzenli evlilik çevriminden belli aralıklarla çekip alan reis, böylece, evlilik çağındaki kızlar ve erkekler arasında sayısal bir dengesizlik yaratmaktadır. Genç erkekler bu durumun başlıca kurbanlarıdır veya uzun yıllar bekar kalmaya ya da dullar veya kocalarınca terk edilen kadınlarla evlenmeye mahkûm olmaktadırlar
“Nambikwaralar sorunu bir başka yoldan da çözmektedirler: şiirli bir sözle, tamindige kihandige, yani “yalan aşk” dedikleri eşcinsel ilişkilerle. Bu ilişkiler gençler arasında yaygındır ve normal ilişkilerden daha açıkça gerçekleşir. Karşı cinsten yetişkinlerin yaptığı gibi eşler bozkırda uzaklara gitmez; komşuların gülümseyen bakışları önünde, kamp ateşinin yanına yerleşirler. Olay genelde ölçülü takılmalara yol açar; bu ilişkiler çocukça sayılır ve dikkat çekmez. “Bu girişimler tam bir doyuma kadar sürdürülür mü, yoksa evli çiftler arasıdaki ilişkilerde de çoğu zaman olduğu gibi, erotik oyunlarla birlikte duygusal yakınlaşmalarla sınırlı mı kalır?” sorusunun yanıtı kesin değildir.
“Eşcinsel ilişkilere, sadece birbirinin çapraz kardeş çocuğu konumunda bulunan yeniyetmeler arasında izin verilir. Başka bir deyişle, biri normalde diğerinin kız kardeşiyle evlenebilecek durumdadır ve erkek kardeşi geçici olarak onunla ikame edilmektedir. Bu türden yakınlıklar konusunda bir yerliyle konuşulduğunda alınan yanıt hep aynıdır: “Sevişenler kardeş çocuğu (ya da kayınbirader) olurlar. Kayınbiraderler yetişkin yaşa geldiklerinde de büyük bir özgürlük içinde davranmayı sürdürür. Evli, çocuk sahibi iki-üç erkeğin akşamları birbirlerine sevgiyle sarılarak dolaştıklarını görmek mümkündür.” (s. 328-9)
Şimdi demin bahsettiğim İslâmcı kişiye göre düşünürsek, bu “ilkellerin” topu ruh hastası oluyor ve tedavi görmeleri gerekiyor. Allah bilir, bu tedavi de üfürükçü cübbeli Mehmet hocanın muskalı kocakarı tedavisidir. Emin olun, bu zavallıların ahlâk anlayışının uygulandığı bir ülkede, normal bir ülkede olduğundan çok daha fazla eşcinsel – ve şüphesiz lezbiyen – olacaktır. Zira bunların kadın-erkek arasındaki normal ilişkileri yasaklaması, insanları ister istemez buna yönlendirecektir. Hatırlayın, bu tiplerin taptığı Osmanlı’daki medreselerde eşcinselliğin nasıl meydana çıktığını daha önce yazmıştım.
Resimdeki kızları gördükçe sinirlenmeden edemiyorum. Yazık bu kızcağızlara, gerçekten çok yazık. Bir insan nasıl böylesine bir kişilik bölünmesi içine itilir? Kafası nasıl böylesine çarpıtılır? Bu nasıl bir beyin yıkamasıdır? Kızın kafası öylesine bölünmüş ki, neyi nasıl giyeceğini şaşırmış. Bunu yapan nasıl bir düşüncedir, nasıl bir dünya görüşüdür? Bu kızlara bunları yapan insanlar nasıl utanmaz, ruh hastası kişilerdir? Kadınlara, kızlara bu kötülüğü yapanlar bunlara nasıl bir düşmanlık, kin beslemektedirler? Yazık değil mi bu kızların gençliklerine, umutlarına, arzularına? Özgürce, istedikleri gibi yaşamaları neden korkutuyor birilerini? Bu korkunun kaynağı nedir? Böylesine bir vahşetin mantığını anlamakta güçlük çekiyorum.
Yukarıdaki yerlileri okudunuz. Sorarım size: Kim ilkel?