KOŞ BABAM KOŞ (II) – ÇOK VAHŞİ KAPİTALİZM
Yaklaşık iki haftadır doktora yeterlilik sınavının işleri peşinde koşturup duruyorum. Bu sıcakta sürekli dışarı çıkıp okula gidip gelmek, benim gibi sıcaktan etkilenen biri için büyük angarya oluyor. Neyse ki, evim okula yürüyerek 15 dakika uzaklıkta – en azından bu avantajımız var. Yoksa yollarda otobüs, minibüs derken telef olacağım.
Sınav tarihini belirleyebilmek için hem sınav jürisinde yer alan hocaları hem de benimle birlikte sınava girecek olan öğrencileri bulmam gerekiyor. Diğer öğrenciler ile birlikte ortak bir sınav günü belirlemedikten sonra, hocalar ile konuşmanın bir anlamı yok, çünkü hocaların yapacağı ilk iş sınav tarihini sormak olacak. İşin güzel tarafı (!) konuştuğum hocalar sınava girecek öğrencilerin kim olduğunu bilmiyor. Benim dışımda bir süreden beri gelen giden olmamış. Eh, o zaman bu öğrencilere nasıl ulaşacağız? Asistana sormak lazım, ama onun da okula geldiği bir gün okula gitmek lazım.
İşte bu yüzden dün okula gittim. Hem asistanın benim için getirdiği bir kitabı hem de öğrenci isimleri ile numaralarını aldım. Böylece öğrencileri arayabilecektim. Geleli yarım saat olmuştu ki, jürideki hocalardan biri arayıp jüri üyelerinden ikisinin değiştiğini söyledi. Yeni bir jüri için başvuru yapmam gerekiyordu. Bunun üzerine ikinci defa okula gitmek zorunda kaldım. Ancak durumda bir gariplik vardı. Açıklayayım:
Sınav jürisi beş asil ve iki yedek üyeden oluşuyor. Asil üyelerden ikisinin ve yedek üyelerden birinin benim üniversitemin dışındaki diğer bir üniversiteden olması gerekiyor. Bu nedenle, okul dışından gelecek olan asil üyeler için sadece bir yedek üye bulunuyor. Şimdi dışarıdan gelen iki asil üyeye “A” ve “B”, bunlar için olan yedek üyeye de “C” diyelim. Bana telefon açan hoca, B adlı üyenin bir nedenden dolayı üye olarak gelemeyeceğini, o yüzden yeni baştan jüri başvurusu yapmam gerektiğini söyledi.
Normal prosedüre göre B gelemiyorsa onun yerine C’nin gelmesi gerekir. Yani sil baştan yeni bir başvuru yapmam gereksiz. İşte burada sadece Türkiye gibi azgelişmiş ülkelere mahsus olduğunu düşündüğüm bir durum devreye giriyor. Öğrendiğime göre, jüriden kalan A adlı şahıs, yeni gelecek olan C adlı şahıs ile kavgalıymış ve bu nedenle konuşmuyorlarmış. Eh, birbirleriyle kavgalı olan iki hoca aynı jüride yer alamayacaklarına göre, dışarından gelecek olan jüri üyelerinin sil baştan değişmesi gerekiyor. Bu yüzden benim tekrardan jüri başvurusunda bulunmam gerekiyor. Bu yeni başvuruda C ve “onunla kavgalı olmayan” D adlı şahıs, dışarıdan gelecek iki yeni üye olarak gösterilecekler.
Tabii durum sadece bundan ibaret değil. Burada da benim özel durumum devreye giriyor. Daha önceden, bağlı olduğum enstitünün Londra’ya giderken kaydımı istediğim gibi dondurmadığını ve ben İngiltere’de iken sürekli olarak bana sorun çıkardığını söylemiştim. Kaydımı tekrar tekrar dondurmak için Londra’dan evrak gönderdiğimden ve enstitü yönetmeliğindeki birtakım garip maddeler yüzünden, bu haziran ayında muhakkak yeterlilik sınavına girmem gerekiyor. Eğer sınav tarihi bir şekilde temmuza ya da başka bir aya sarkarsa kaydım silinecek.
Ama Türkiye gibi bir ülkede bu tür işler sorunsuz işler mi? Hele saçma sapan bir bürokrasinin olduğu yerde? Jüri başvurusu yapmak o kadar kolay mı? İmza meselesinin ne kadar sorunlu olduğunu yazmıştım. Peki bu jüri başvurusu nasıl oluyordu?
Evraklarınızı enstitüye teslim ediyorsunuz, bunlar da ayda bir ya da en fazla iki defa toplanan yönetim kurulu tarafından onaylanıyor. Dolayısıyla yeni bir jüri başvurusu yaptığımda, bu başvuru kurula girecek. Ancak kurulun ne zaman toparlanacağını bir tek Allah biliyor. Öğrendiğime göre, kurul haziran ayının 15’inden evvel toparlanmayacakmış. Eğer kurul ayın 25’i gibi bir tarihte toparlanırsa, benim geri kalan 5 günde jüri üyelerini bir araya toplayıp sınava girmem imkânsız. Kelli felli profesörler öyle ha deyince hemen okula gelirler mi? Bu durumda sınavın temmuza sarkma ve benim kaydımın silinme tehlikesi var.
İşte okula ikinci defa gidip öğrenci işleri ile konuştuğumda bunları öğrendim. Bunun üzerine asistanı bulup derdimi ona anlattım. O da tez danışmanım ile konuşmamı söyledi. Ancak tez danışmanım derse girdiğinden çıkmasına 1.5 saat vardı. Tabii, bu arada hocalar için okulda katlar arasında bir aşağı bir yukarı çıkıp iniyor, hoca ya da asistan gelinceye dek ortalıkta dolanıyordum. Okulda tek başıma yapacak başka bir şey yoktu. Eve gidip beklemeye karar verdim.
1.5 saat sonra üçüncü defa okula gidip tez danışmanımın odasına çıktım. İçeri girer girmez “Neredesin sen yahu? İşini hallettim,” dedi. “Amanın hocam, ne diyorsunuz? Yeni başvuru, kurul toplantısı, dilekçe, sınav tarihi vs. vs. … gak-guk,” deyiverecek oldum. “Tamam halloldu onlar, hocalar değişmeyecek,” dedi. İçimden uzun bir “Oh be!” çektim, ama nasıl hallettiğini sormaya çekindim. Hoca ile oturup biraz konuştuk, onun öğrencilik yıllarından bahsettik. Ayrılırken bana “Şu konulara bir bakıver, özellikle şunlara göz atmayı unutma. Falanca okulun fikirleri, önde gelenler kimlerdir çalış,” diyerek öğüt verdi. Kendisi insan olarak ender bulunan hocalardan biri.
Danışman hoca diğer hocaları tanıdığından ve onların arasında ağırlığı olduğundan dolayı, sorunu tek başına halletmiş. Böylece iki hocanın şahsi husumetinden kaynaklanan sorun, yine bir başka hocanın kişisel ağırlığı sayesinde çözülmüş oldu. Benim danışman hocam bir başkası olsaydı, işim büyük ihtimalle hallolmayacaktı ve kaydım silinme tehlikesine girecekti. Ve sorun da hiçbir biçimde benden kaynaklanmayacaktı.
Merak ediyorum, acaba yurt dışındaki üniversitelerde böyle sorunlar yaşanıyor mu? Yaşanıyorsa ne sıklıkla oluyor bu? Bizdeki üniversitelerde hocalar – çok azı dışında – sırtlarını devlete dayamış, ne makale, kitap yazıyorlar, ne derslere giriyorlar, ne literatürü takip ediyorlar, sadece maaş alıyorlar. Özel üniversite olsa böyle yapabilecekler mi? Hocalara devlet güvencesi verilmesi ister istemez aylaklığa neden oluyor. Hiçbir şey yapmasalar bile maaş alacaklarını bilmeleri yüzünden yan gelip yatıyorlar. Dahası, hoca olup yanına karısını, oğlunu veya kızını asistan alan var. Bu yüzden kimi bölümler “ailevi” bölümler olmuş. Hatta yaptığı çalışmalar ile öne çıkan bazı hocaların, yan gelip yatan diğerleri tarafından sevilmediğine dair hikayeler de işitiyorum. Eh, böyle olunca dünyanın en iyi 100 üniversitesi açıklandığında haliyle Türk üniversitesi olmaz.
Halbuki sözleşmeli olarak çalışsalar, üniversite sahibi kişi ya da vakıf bunların performanslarını değerlendirip sözleşmelerini yenileyip yenilemeyeceğine karar verebilir. “Bizimle çalıştığın süre boyunca kaç makale yayınlattın, hangi konferanslara katıldın, kaç seminer verdin?” tarzı sorular sorabilir, ödediği paranın karşılığını isteyebilir. Üniversitelerde sadece bilim üretmeye niyetli olan, öğrencilere bir şeyler katacak olan hocaların kalması için devlet güvencesi olmaması gerektiğini düşünüyorum. Üniversiteler rekabete açık olmalı. Bu, bir nevi eleme mekanizması gibi işleyecek ve böylece bir şeyler ortaya koyan insanlar diğerleri arasından sıyrılabilecek.
Devlet ile olmuyor; serbest piyasa lazım, rekabet lazım. Bizi bunlardan ancak vahşi kapitalizm kurtarır. Bu gidişle, sınava girene kadar kafayı yiyip kapitalist olacağım.
Yaklaşık iki haftadır doktora yeterlilik sınavının işleri peşinde koşturup duruyorum. Bu sıcakta sürekli dışarı çıkıp okula gidip gelmek, benim gibi sıcaktan etkilenen biri için büyük angarya oluyor. Neyse ki, evim okula yürüyerek 15 dakika uzaklıkta – en azından bu avantajımız var. Yoksa yollarda otobüs, minibüs derken telef olacağım.
Sınav tarihini belirleyebilmek için hem sınav jürisinde yer alan hocaları hem de benimle birlikte sınava girecek olan öğrencileri bulmam gerekiyor. Diğer öğrenciler ile birlikte ortak bir sınav günü belirlemedikten sonra, hocalar ile konuşmanın bir anlamı yok, çünkü hocaların yapacağı ilk iş sınav tarihini sormak olacak. İşin güzel tarafı (!) konuştuğum hocalar sınava girecek öğrencilerin kim olduğunu bilmiyor. Benim dışımda bir süreden beri gelen giden olmamış. Eh, o zaman bu öğrencilere nasıl ulaşacağız? Asistana sormak lazım, ama onun da okula geldiği bir gün okula gitmek lazım.
İşte bu yüzden dün okula gittim. Hem asistanın benim için getirdiği bir kitabı hem de öğrenci isimleri ile numaralarını aldım. Böylece öğrencileri arayabilecektim. Geleli yarım saat olmuştu ki, jürideki hocalardan biri arayıp jüri üyelerinden ikisinin değiştiğini söyledi. Yeni bir jüri için başvuru yapmam gerekiyordu. Bunun üzerine ikinci defa okula gitmek zorunda kaldım. Ancak durumda bir gariplik vardı. Açıklayayım:
Sınav jürisi beş asil ve iki yedek üyeden oluşuyor. Asil üyelerden ikisinin ve yedek üyelerden birinin benim üniversitemin dışındaki diğer bir üniversiteden olması gerekiyor. Bu nedenle, okul dışından gelecek olan asil üyeler için sadece bir yedek üye bulunuyor. Şimdi dışarıdan gelen iki asil üyeye “A” ve “B”, bunlar için olan yedek üyeye de “C” diyelim. Bana telefon açan hoca, B adlı üyenin bir nedenden dolayı üye olarak gelemeyeceğini, o yüzden yeni baştan jüri başvurusu yapmam gerektiğini söyledi.
Normal prosedüre göre B gelemiyorsa onun yerine C’nin gelmesi gerekir. Yani sil baştan yeni bir başvuru yapmam gereksiz. İşte burada sadece Türkiye gibi azgelişmiş ülkelere mahsus olduğunu düşündüğüm bir durum devreye giriyor. Öğrendiğime göre, jüriden kalan A adlı şahıs, yeni gelecek olan C adlı şahıs ile kavgalıymış ve bu nedenle konuşmuyorlarmış. Eh, birbirleriyle kavgalı olan iki hoca aynı jüride yer alamayacaklarına göre, dışarından gelecek olan jüri üyelerinin sil baştan değişmesi gerekiyor. Bu yüzden benim tekrardan jüri başvurusunda bulunmam gerekiyor. Bu yeni başvuruda C ve “onunla kavgalı olmayan” D adlı şahıs, dışarıdan gelecek iki yeni üye olarak gösterilecekler.
Tabii durum sadece bundan ibaret değil. Burada da benim özel durumum devreye giriyor. Daha önceden, bağlı olduğum enstitünün Londra’ya giderken kaydımı istediğim gibi dondurmadığını ve ben İngiltere’de iken sürekli olarak bana sorun çıkardığını söylemiştim. Kaydımı tekrar tekrar dondurmak için Londra’dan evrak gönderdiğimden ve enstitü yönetmeliğindeki birtakım garip maddeler yüzünden, bu haziran ayında muhakkak yeterlilik sınavına girmem gerekiyor. Eğer sınav tarihi bir şekilde temmuza ya da başka bir aya sarkarsa kaydım silinecek.
Ama Türkiye gibi bir ülkede bu tür işler sorunsuz işler mi? Hele saçma sapan bir bürokrasinin olduğu yerde? Jüri başvurusu yapmak o kadar kolay mı? İmza meselesinin ne kadar sorunlu olduğunu yazmıştım. Peki bu jüri başvurusu nasıl oluyordu?
Evraklarınızı enstitüye teslim ediyorsunuz, bunlar da ayda bir ya da en fazla iki defa toplanan yönetim kurulu tarafından onaylanıyor. Dolayısıyla yeni bir jüri başvurusu yaptığımda, bu başvuru kurula girecek. Ancak kurulun ne zaman toparlanacağını bir tek Allah biliyor. Öğrendiğime göre, kurul haziran ayının 15’inden evvel toparlanmayacakmış. Eğer kurul ayın 25’i gibi bir tarihte toparlanırsa, benim geri kalan 5 günde jüri üyelerini bir araya toplayıp sınava girmem imkânsız. Kelli felli profesörler öyle ha deyince hemen okula gelirler mi? Bu durumda sınavın temmuza sarkma ve benim kaydımın silinme tehlikesi var.
İşte okula ikinci defa gidip öğrenci işleri ile konuştuğumda bunları öğrendim. Bunun üzerine asistanı bulup derdimi ona anlattım. O da tez danışmanım ile konuşmamı söyledi. Ancak tez danışmanım derse girdiğinden çıkmasına 1.5 saat vardı. Tabii, bu arada hocalar için okulda katlar arasında bir aşağı bir yukarı çıkıp iniyor, hoca ya da asistan gelinceye dek ortalıkta dolanıyordum. Okulda tek başıma yapacak başka bir şey yoktu. Eve gidip beklemeye karar verdim.
1.5 saat sonra üçüncü defa okula gidip tez danışmanımın odasına çıktım. İçeri girer girmez “Neredesin sen yahu? İşini hallettim,” dedi. “Amanın hocam, ne diyorsunuz? Yeni başvuru, kurul toplantısı, dilekçe, sınav tarihi vs. vs. … gak-guk,” deyiverecek oldum. “Tamam halloldu onlar, hocalar değişmeyecek,” dedi. İçimden uzun bir “Oh be!” çektim, ama nasıl hallettiğini sormaya çekindim. Hoca ile oturup biraz konuştuk, onun öğrencilik yıllarından bahsettik. Ayrılırken bana “Şu konulara bir bakıver, özellikle şunlara göz atmayı unutma. Falanca okulun fikirleri, önde gelenler kimlerdir çalış,” diyerek öğüt verdi. Kendisi insan olarak ender bulunan hocalardan biri.
Danışman hoca diğer hocaları tanıdığından ve onların arasında ağırlığı olduğundan dolayı, sorunu tek başına halletmiş. Böylece iki hocanın şahsi husumetinden kaynaklanan sorun, yine bir başka hocanın kişisel ağırlığı sayesinde çözülmüş oldu. Benim danışman hocam bir başkası olsaydı, işim büyük ihtimalle hallolmayacaktı ve kaydım silinme tehlikesine girecekti. Ve sorun da hiçbir biçimde benden kaynaklanmayacaktı.
Merak ediyorum, acaba yurt dışındaki üniversitelerde böyle sorunlar yaşanıyor mu? Yaşanıyorsa ne sıklıkla oluyor bu? Bizdeki üniversitelerde hocalar – çok azı dışında – sırtlarını devlete dayamış, ne makale, kitap yazıyorlar, ne derslere giriyorlar, ne literatürü takip ediyorlar, sadece maaş alıyorlar. Özel üniversite olsa böyle yapabilecekler mi? Hocalara devlet güvencesi verilmesi ister istemez aylaklığa neden oluyor. Hiçbir şey yapmasalar bile maaş alacaklarını bilmeleri yüzünden yan gelip yatıyorlar. Dahası, hoca olup yanına karısını, oğlunu veya kızını asistan alan var. Bu yüzden kimi bölümler “ailevi” bölümler olmuş. Hatta yaptığı çalışmalar ile öne çıkan bazı hocaların, yan gelip yatan diğerleri tarafından sevilmediğine dair hikayeler de işitiyorum. Eh, böyle olunca dünyanın en iyi 100 üniversitesi açıklandığında haliyle Türk üniversitesi olmaz.
Halbuki sözleşmeli olarak çalışsalar, üniversite sahibi kişi ya da vakıf bunların performanslarını değerlendirip sözleşmelerini yenileyip yenilemeyeceğine karar verebilir. “Bizimle çalıştığın süre boyunca kaç makale yayınlattın, hangi konferanslara katıldın, kaç seminer verdin?” tarzı sorular sorabilir, ödediği paranın karşılığını isteyebilir. Üniversitelerde sadece bilim üretmeye niyetli olan, öğrencilere bir şeyler katacak olan hocaların kalması için devlet güvencesi olmaması gerektiğini düşünüyorum. Üniversiteler rekabete açık olmalı. Bu, bir nevi eleme mekanizması gibi işleyecek ve böylece bir şeyler ortaya koyan insanlar diğerleri arasından sıyrılabilecek.
Devlet ile olmuyor; serbest piyasa lazım, rekabet lazım. Bizi bunlardan ancak vahşi kapitalizm kurtarır. Bu gidişle, sınava girene kadar kafayı yiyip kapitalist olacağım.
3 comments:
Benim bildigim kadariyla Amerika'da, profesorun esas isi esekler gibi calisip yeni urun cikartmak ve arada da ogretmenlik yapmak! Bazi profesorler hic ders vermiyorlar. Eger sadece sozlesmeli ise, kendi ucretine sponsor bulmasi lazim. Universite cok cok az (bazen hic) para veriyor. Sen arastirman icin deliler gibi dolanip, sponsor ariyorsun. Para bitince, isin de bitiyor. Bu, acimasiz, vahsi, her neyse kapitalizm. Avrupa gibi daha sosyal memleketlerde baskadir herhalde.
Bizim ulkemiz, kapagi dogru yere atabilirsen, dunyanin eeeeen sosyal ulkesi herhalde!!!! :oP
Cok sinir olarak ve uzulerek okudum yazdiklarini. Ama ne olur, ne olur pes etme. Ve bu isi de alninin akiyla bitirince sisteme benzeme, yine boyle herseye merakli ve caliskan kal.
www.elifsavas.com/blog
ne bu yaa brezilya dizisi gibi üniversite :)
türkiyede aslında çoğu üniversite, nah üniversite! çoğunun dünya standartında yüksek lise bile olamayacağını hepimiz bal gibi biliyoruz ya:(
Elif; Dediklerin için sağolasın. Bizim okulda daha önce master yaptığım için biraz deneyim var. Bir yerinden halledeceğiz işte. Bahsettiğin sistem sert görünüyor gerçi, ama bizimkilere lazım olan böylesi. Bir de bu işi yapacak olan birileri çıksa.
Özge; Valla artık dışarıda yapacak kadar tahammül kalmadı bende. Şu bizim memlekette yapıp işi bitireyim diyorum. Neyse ki, tezi yazmaktan korkmuyorum.
Gaykedi; Biz “gomonistler” devrim yapınca bütün üniversiteleri devletleştireceğiz, bir tek benim okulu özelleştireceğiz. Birileri çıkıp üniversitelerden adam atmaya kalkışsa desteklerim.
Post a Comment