İSLÂMCI KAFASI
Geçtiğimiz hafta Tayyip Erdoğan Batı’nın ahlâksızlığını aldık diye saçma sapan bir laf etti. Gerçi bu lafı etmesi Erdoğan gibi kara cahil bir insan için sıradan bir olay sayılabilir. Nitekim Erdoğan kimi zaman kabalığından, yani incelik nedir bilmediğinden, kimi zaman da AKP’ye oy veren yobazlara “biz değişmedik,” mesajları vermek istediğinden, böyle abuk sabuk sözler edebiliyor. Bir nevi tribünlere oynuyor. Ancak iş o kadar basit değil, zira bu laf aslında onun gibilerin ve AKP’ye oy verenlerin kendileri dışında kalan insanlara, kendileri dışındaki dünyaya nasıl baktıklarını gösteriyor.
I
Bu meseleyi biraz açmak için öncelikle bunların kendileri dışındakileri nasıl gördüklerini gösteren bir örnek vereceğim. Bir süreden beri Hürriyet gazetesinde Özdemir İnce, İmam Gazalî’den ve Kuran’ın yanlış tercümelerinden bahsediyor. İnce Gazali’den bahsedince, aklıma Gazali’nin bende olan bir kitabı geldi ("İslâm Ahlâkı", Çev. Âkif Nuri Karcıoğlu, İstanbul: Huzur Yayınevi, 1991). Kitap ilk olarak 1969 yılında yayınlanmış. Bakın kitabın çevirmeni yazdığı önsözde ne diyor:
Nedir şu caddelerde sürünen kadın kılıklı sözde erkekler? Nedir o insanlıktan ayrılmış et külçesi kız bozuntuları?
Bunlar hangi neslin ahfadı? Doksan yaşındaki dedeyi otuz yaşındaki toruna, dokuz yaşındaki torunu da doksan yaşındaki nineye iğrenç nazarlarla baktıran ve baktırtan bir sistemin yetiştirdiği nesli ta kendisi. Başka değil. Meselenin vehameti işte buradan geliyor. Ahlâkî çöküntüyü hazırlayan amillerin başında çürük bir sistemin hegemonyasının bulunması ve bizzat sempatizanları tarafından ahlâksızlığın revaçlandırılması geliyor.
Bir gün gelir de ahlâkî buhranımızın müsebbiplerini yargılayan bir mahkeme kurulacak olursa, ilk önce o sistemin sorumlularını darağacına çekecektir. (…) Yarının Türkiye’sini kuracak nesil, bu projektörlerin ışığı altında her yönden mücehhez olarak yetiştirilecek olan nesildir. İşte biz bu nesli bekliyoruz. Ve bu neslin ilk mayası tutmak üzeredir. (…) Allah’ım sen bize bu nesli çok görme! (s. 7-8)
Gördünüz mü, işbaşına gelirlerse birtakım kişileri darağacına çekeceklermiş. Gerçi bunlar 1969’da yazılmış, ama bugün geçerli olmadıklarını kim iddia edebilir? Bu zihniyet o zamandan bu yana bir gelişme kat etti mi?
II
Ancak İslâmcıların bu kafaca geri kalmışlığı kimi zaman kendi içlerinde de eleştirilere neden oluyor. Yeni Şafak gazetesi yazarlarından Ali Murat Güven sonunda dayanamayıp, Said-i Nursî’nin sinemaya gittiğini anlattığı bir yazısında şunları yazmış:
Geçtiğimiz hafta Tayyip Erdoğan Batı’nın ahlâksızlığını aldık diye saçma sapan bir laf etti. Gerçi bu lafı etmesi Erdoğan gibi kara cahil bir insan için sıradan bir olay sayılabilir. Nitekim Erdoğan kimi zaman kabalığından, yani incelik nedir bilmediğinden, kimi zaman da AKP’ye oy veren yobazlara “biz değişmedik,” mesajları vermek istediğinden, böyle abuk sabuk sözler edebiliyor. Bir nevi tribünlere oynuyor. Ancak iş o kadar basit değil, zira bu laf aslında onun gibilerin ve AKP’ye oy verenlerin kendileri dışında kalan insanlara, kendileri dışındaki dünyaya nasıl baktıklarını gösteriyor.
I
Bu meseleyi biraz açmak için öncelikle bunların kendileri dışındakileri nasıl gördüklerini gösteren bir örnek vereceğim. Bir süreden beri Hürriyet gazetesinde Özdemir İnce, İmam Gazalî’den ve Kuran’ın yanlış tercümelerinden bahsediyor. İnce Gazali’den bahsedince, aklıma Gazali’nin bende olan bir kitabı geldi ("İslâm Ahlâkı", Çev. Âkif Nuri Karcıoğlu, İstanbul: Huzur Yayınevi, 1991). Kitap ilk olarak 1969 yılında yayınlanmış. Bakın kitabın çevirmeni yazdığı önsözde ne diyor:
Nedir şu caddelerde sürünen kadın kılıklı sözde erkekler? Nedir o insanlıktan ayrılmış et külçesi kız bozuntuları?
Bunlar hangi neslin ahfadı? Doksan yaşındaki dedeyi otuz yaşındaki toruna, dokuz yaşındaki torunu da doksan yaşındaki nineye iğrenç nazarlarla baktıran ve baktırtan bir sistemin yetiştirdiği nesli ta kendisi. Başka değil. Meselenin vehameti işte buradan geliyor. Ahlâkî çöküntüyü hazırlayan amillerin başında çürük bir sistemin hegemonyasının bulunması ve bizzat sempatizanları tarafından ahlâksızlığın revaçlandırılması geliyor.
Bir gün gelir de ahlâkî buhranımızın müsebbiplerini yargılayan bir mahkeme kurulacak olursa, ilk önce o sistemin sorumlularını darağacına çekecektir. (…) Yarının Türkiye’sini kuracak nesil, bu projektörlerin ışığı altında her yönden mücehhez olarak yetiştirilecek olan nesildir. İşte biz bu nesli bekliyoruz. Ve bu neslin ilk mayası tutmak üzeredir. (…) Allah’ım sen bize bu nesli çok görme! (s. 7-8)
Gördünüz mü, işbaşına gelirlerse birtakım kişileri darağacına çekeceklermiş. Gerçi bunlar 1969’da yazılmış, ama bugün geçerli olmadıklarını kim iddia edebilir? Bu zihniyet o zamandan bu yana bir gelişme kat etti mi?
II
Ancak İslâmcıların bu kafaca geri kalmışlığı kimi zaman kendi içlerinde de eleştirilere neden oluyor. Yeni Şafak gazetesi yazarlarından Ali Murat Güven sonunda dayanamayıp, Said-i Nursî’nin sinemaya gittiğini anlattığı bir yazısında şunları yazmış:
Ortalık parayı erken bulmuş, ama kendisine ceketiyle uygun renkte bir kravat almaktan aciz, ayakkabısına en son boyayı altı ay önce sürmüş, soba borusu gibi pantolonlarla dolaşan bir sürü sözümona “mütedeyyin kıro”dan, “İslâmcı berduş”tan geçilmiyor. Sanata, bilime, estetiğe, kaliteli yazı ve hitabete, kişisel hijyene bütünüyle ilgisiz, tek derdi “cukka yapmak” olan bir sürü adam ve kadın. Yiyemeden göçüp gideceği yastık altı paracıklarından bir dirhemini, hayat yolunun henüz başlarındaki gencecik bir şaire, yazara, ressama, sinemacıya ya da evlenmek için çırpınan birine ver deseniz, on dakika boyunca kalbi sıkışan tiplerdir bunlar. Tıpkı, geçtiğimiz hafta Hilâl TV kısa film yarışmasında ödül kazanan gençleri desteklemek için kendilerinden bir kaç bin lira sponsorluk desteği istediğimizde elleri ayakları birbirine dolaşan o “muhafazakâr” bankanın yöneticisi ya da İstanbul'un kocaman bir ilçesinin “muhafazakâr” belediye başkanı gibi… (Bu yazıda yeri yok diye daha fazla açmıyorum; ama hiç merak etmesinler, hepsinin tek tek canına okuyacağım.)
Sizi, dünyadan ve infaktan bihaber “köylüler” sizi…
Bu rezil durum, bizim ümmet olarak 1000 küsur yılda “Medine kentliliği”nden “Kerbela bedevîliği”ne gerileyişimizin de yürek sızlatan öyküsü aslında...
O yüzden, hâlâ bilimi ve sanatı cömertçe destekleyen, sponsorluk bilinci yerli yerine oturmuş bir “muhafazakâr burjuvazi” sınıfımız yok bizim; o yüzden en alçakgönüllü bir kültürel etkinlikte bile oturacağımız sandalyeyi bize temin edecek üç kuruşluk bir sponsor bulamıyoruz. O yüzden, bazılarının izleme gereğini bile duymadan yerden yere vurduğu “Takvâ” filminde tasvir edilen atmosfer her karesiyle gerçekleri anlatıyor. Para, makam ve kadın üçlüsü bu cepheyi darmadağın etti.
Hayata bir daha gelecek olsam, Üstadıyla Kur'an üzerine tartışıp Ayasofya'da namaz kıldıktan sonra onunla birlikte sinemaya giden Molla Süleyman olmak isterdim. Çünkü bugünün İslâmcılığı, daha doğrusu üzerine türbe yeşili kırışık bir gömlek giymiş olan “taşralı İslâmcılığı” beni artık iyiden iyiye boğuyor.
III
Şimdi bunların ne durumda olduklarına bir üniversite hocasının yazdıklarından örnek verelim. Zamanında Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dekanı olarak görev yapmış olan Hüseyin Atay kitabında bu İslâmcıları şöyle tarif ediyor ("Kuran’a Göre Araştırmalar", Cilt 5, Ankara: kendi basımı, 1995):
İki asırdan beri teknikte ve modern ilimlerde kalkınamamamızın sebeplerini din ve ilim, diğer bir deyişle din ilmi zihniyetinde bulmak istiyorum. 17. asırda çöküşe geçen din ve din ilmi zihniyeti öyle etkili bir şekilde sürüyor ki, sadece iki kutup insanın değil, bütün vatandaşların hareketlerinde, davranış ve fiillerinde açıkça ortaya çıkıyor.
Bu zihniyetin mahiyetini ve amacını iyi teşhis edip belirlemek bir zorunluluk olarak ortada durmaktadır. Bu hususta belirli nitelikleri tespit etmeye çalışalım:
a) Çok düşük seviyede taklitçidir. Taklitte bile maharet göstermeyi önemsemez. Doğu ve Batı taklitçileri aynıdır.
b) İnsana değer vermez. İnsanı köle gibi kullanmaya çalışır. Onun kendisinin yaşadığı hayat tarzının altında bir yaşam sürmesini ister ve her an kendisine muhtaç olmasına dikkat eder. Bu hususta Doğucular ve Batıcılar arasında fark yoktur.
c) Şahsiyet düşmanıdırlar, her sahada bilgiçlik taslarlar ve ukalalık ederler. Başkalarının fazla bilmesine tahammül edemezler, şahsiyetleri incinir.
d) Muhaliflerine azılı düşman muamelesi yapar ve hayat hakkı tanımazlar.
e) Bildikleri şeyleri kaset gibi tekrarlayıp durular. İlmi överler, ama ilim adamına düşmanlık yaparlar.
f) Sözlerinde durmaz ve verdikleri sözleri yerine getirmezler. Sözleri ile işleri çelişiktir.
g) Menfaatlerine göre ahlâklarını, hareket ve davranışlarını ayarlarlar.
h) Kabahatleri hep başkalarına atarlar, beceriksizliklerini hep muhaliflerine yüklerler.
ı) Dinin, milletin, devletin menfaatlerini kendi menfaatleri içinde görürler. Kendilerine ne kadar çok şahsî fayda sağlayacaklarsa, devlet işine o kadar önem verirler.
j) Bunların dindarlıklarına da, dinsizliklerine de güvenilmez. (s. 33-4)
IV
Son olarak, bunların Batı’ya bakış açıları hakkında kısa bir alıntı yapalım (Tanıl Bora, “Milliyetçi-Muhafazakâr ve İslâmcı Düşünüşte Negatif Batı İmgesi”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce: Modernleşme ve Batıcılık, Cilt 3, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002):
Batı-karşıtlığı, Milliyetçi-Muhafazakâr söylemde, Batı’nın doğrudan doğruya bir tehdit olarak algılanmasında yatar. Rasyonel ya da pragmatist adımlarla değiştirilemeyecek kadar fundamental, varoluşsal bir tehdit sayılır bu; konjonktürel değil, süreğendir. Batı, Müslümanlığa-Türklüğe fıtraten düşmandır. Öncelikle, Batı esas itibariyle Hıristiyan olduğu için böyledir bu. Hıristiyanlığın politik kültürü yahut popüler adıyla Haçlı zihniyeti, zaten İslâmla özdeşleştirdiği Türkleri, Müslümanlığı yok etmeye dönük azamî hedeflerinin önünde en güçlü direnme olarak görmektedir. Sadece emperyalizm değil, modern uygarlığın yayılma dinamiği de, bu tarihsel husumet dinamiğinde yorumlanmalıdır, buna göre. Garplılaşmayı Haçlılığın devamı olarak görmek, bu noktada zor olmayacaktır. (…)
Batılı kültür emperyalizminin yaptığı tahribatın, halkı millî/öz değerlere duyarsızlaştırmasıyla ve yabancı kültür unsurlarını şırınga etmesiyle gerçekleştirdiği düşünülür. Milliyetçi-Muhafazakâr fundamentalizmde yabancı kültür, bizatihi yabancı oluşuyla yanlıştır/zararlıdır. Hususen tanımlanmasına gerek olmadığı varsayıldığı içindir ki, bu kötülüğün/zararlılığın içeriğine ilişkin betimlemeler sınırlıdır. Bu vulger betimlemelerde Batı kültür istilasının esası, her türlü maneviyatı ayaklar altına alan maddeciliğin ve ahlâksızlığın yayılmasıdır. (s. 254-5)
V
Peki, İslâmcıların bu bakışlarının kaynağı nedir? Niye böyle saplanıp kalmışlardır?
İslâmcılar gerçek “doğrunun” kendilerinde olduğunu, diğer felsefî akımların, ideolojilerin ya da dinlerin kendilerine ait doğrularının tamamıyla yanlış olduğunu düşünürler. Kendi doğrularından o kadar emindirler ki, bunu başkalarına bildirmenin ve topluma bu “doğru” doğrultusunda müdahale edip yön vermenin bir ödev, bir hak olduğuna inanırlar. Evrensel olduğuna inandıkları doğrularını topluma dayatmakta ve toplumu o yönde değiştirmekte bağnazcasına ısrarlıdırlar. Zihinlerindeki “doğru toplum” projesine öyle inanırlar ki, içinde yaşadıkları toplumun ve hatta çağın koşullarının bu proje ile bağdaşıp bağdaşmadığını düşünme zahmetine katlanmazlar bile. Bu koşulları anlamak ve ona göre çözüm önerileri üretmek yerine, zihinlerinde biçtikleri elbiseyi topluma giydirmeye çalışırlar. Bunda da körü körüne kararlıdırlar.
Ancak elbise topluma uymaz; uymadıkça da bunlar hüsrana uğrarlar, öfkelenirler. Elbiseyi, kendi cahilliklerini, zihinsel geri kalmışlıklarını değil, toplumu suçlarlar. Onun içinde kendilerini engelleyen düşmanlar ararlar. Böyle yaparak toplumu ikiye bölerler – “biz (inananlar, Müslümanlar) ve bizim dışımızdakiler (laikler, günahkârlar).” Böylece onların doğrularına uygun olarak yaşamayan insanları “ötekileştirirler.” Tek doğrunun kendi doğruları olduğunda ısrar ettikleri ve diğerlerinin yanlış yolda olduğunu düşündükleri için, kendilerinden farklı olan kişileri asla anlamaya çalışmazlar. Anlamadıkça da bu insanlara giderek yabancılaşırlar ve sonunda onlara düşman kesilirler.
Toplumun kendileri dışında kalan üyelerini bu şekilde düşman olarak gördükleri için, hem devleti hem de toplumu fethedilecek bir ülke, içeriden ele geçirilecek bir kale gibi görürler. Bunların önderleri, kendilerine bağlı cahil kitlelere devleti ve onun kurumlarını ele geçirmeleri için taktikler verir. Amaçları, bu kurumları denetimlerine alıp kendi “doğrularını” topluma tepeden dayatmak ve bu sayede kendileri dışında kalanların yaşam alanlarını ortadan kaldırmaktır. Üstelik bunlar bu yolda kendilerine yardım edecek sahtekârları, satılmışları, hainleri ve saf aptalları bulmakta hiç de zorlanmazlar.
Ama devleti ele geçirmekle her şey bitmez. Yıllar boyunca kıyıda köşede, yeraltında yaşamış olmanın verdiği eziklik, ele geçirdikleri iktidarın gücü ile birleştiğinde başları dönmeye başlar. Bunların her biri, her grubu bu güçten pay ister; bunu aldıkça da ellerindeki ile yetinmez, hep daha fazlasını isterler. Açlık açlığı doğurur. Sonunda birbirleri ile çatışmaya başlarlar. Böyle çatıştıkça da hem devleti hem de toplumu güçsüz düşürürler, onu karmaşaya sürüklerler. Sonuç her açıdan bir hüsrandır.
VI
14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti seçimleri kazanıp iktidara geldiğinde, bundan güç alan gericiler Cumhuriyet’in ilk yıllarında sinip saklandıkları kovuklardan çıkıp yeniden ortalıkta dolanmaya başlamışlardı. İşte bugün başımıza musallat olan tipler o zamandan itibaren yavaş yavaş palazlanmaya başladılar. DP gittikten sonra Demirel, 12 Eylül’den sonra Evren ve Özal, 90’larda Çiller ve Yılmaz bunlara hep arka çıktı. Şimdi hiçbirinin esamesi okunmuyor. Ama onların besledikleri tipler hâlâ buradalar.
DP’nin tek başına iktidarı elinde tuttuğu dönemde, Adnan Menderes güçten başı dönmüş hâlde DP’li milletvekillerine, “odunu aday göstersem seçilir,” diyordu. Ne yazık ki, sonu darağacında bitti. Yine de sormadan edemiyorum, sakın Menderes’in bahsettiği o “odun” son iki seçimdir meclise giriyor olmasın?
* * *
Bu gönderi ile birlikte 2006 Ekim’inden bu yana 100 gönderi olmuş. O yüzden bir video koyayım dedim. Kansas’ın 1976 tarihli “Leftoverture” adlı albümünden “Carry On Wayward Son” parçasının aynı tarihli klibi. Yieyytt!
26 comments:
Öncelikle 100. yazınızı kutlarım, daha nice yazılara diyerek. 2008'de daha sık yazmanızı bekliyor ve diliyorum :o)
Batı'nın İlmini Değil, Ahlaksızlığını Aldık! diyenler, önce dönüp peygamberlerine bir baksınlar: "Bir kaynağa göre 6 yaşında nikahına alıp 9 yaşında gerdeğe girdiği; bir başka kaynağa göre 9 yaşında nikahına alıp 11 yaşında gerdeğe girdiği -çocuk âdet gördükten sonra-; sağ kolu ve en sevdiği halifesinin kızıyla evlenen bir peygamber PEDOFİL'dir."
Pedofili'nin çağı, ırkı, dini, milliyeti yoktur. Zoofili ve nekrofili'yle birlikte en aşağılık sapıklıktır.
Goddess artemis,
Sağolasın. Vakit buldukça yazmaya çalışıyorum işte.
İlginçtir, Kuran’da bir yerde peygambere güzelliklerini beğense de artık daha fazla kadın almaması için yapılan bir ihtar vardır. Dün bir arkadaşla konuşuyordum, zamanında çalıştığı bir restorana Arapların geldiğini, karıya kıza bakmak için özellikle masalar arasından yer beğendiklerini söyledi. Bunlar kadın yüzü görmedikleri için bahsettiğin şeylerin olması doğaldır. Üstelik bunlar arasında eşcinsellik de var.
Şimdi memlekette türban yasallaşsın, bizim dümbelek İslamcılar arasında “yumuşaklık” da artar.
bliyaal bey,
yukarıdaki yorumunuzda, arapları mı aşağılıyorsunuz yoksa müslümanları belli değil!
Bir de eşcinselleri aşağıladığını da ben ekleyeyim o zaman!
Yaz ayında, blogunda eşcinselleri “ruh hastası” olarak gördüğünü söyleyen Suat Öztürk ile kapışmıştım. İnsanların arasıdaki çeşitliliği kabul edip uyum içinde bir arada yaşamaktansa, kendisinden farklı olduğunu düşündüğü kişileri “ruh hastası” olarak damgalayan bu tiplerin kendileri dışındakileri anlaması mümkün mü? Anlamaya da çalışmıyorlar zaten.
Sen kadınları konserve kutusu gibi çarşafa sokacaksın, ondan sonra kadın-erkek ilişkilerinin normal yürümesini bekleyeceksin. Osmanlı’nın da bu haltı yemesi yüzünden medrese öğrencilerinin arasında eşcinselliğin ortaya çıktığını daha önce yazmıştım.
Böyle gelişen bir toplum sağlıklı bir toplum olamaz, ama şimdi yapmaya çalıştıkları bu.
Burada eşcinsellerin aşağılandığını söylemek, lafı başka tarafından anlamanın bir tezahürüdür.
Link çıkmamış, yeniden vereyim.
Kadinlarla yatamadiklari icin birbirleriyle yatip kalkan, bunun yarattigi psikolojik karmasayla homo-fobik olan Anadolu cocuklari bir dolu.
Bu, escinsellik degil. Sapiklik, buna deniyor. Escinsellik sapiklik degildir, ama kadin bulamadi diye oglana kosmak sapikliktir.
Her neyse, yazdigin konuyla ilgisi yok.
Yine guzel yazmissin. Fikirlerini sonuna kadar paylasirim, paylasmam, orasi baska. Ama guzel yazmissin. :o)
www.elifsavas.com/blog
Elif,
Sağolasın.
Bak, sapıklık konusunda doğru söylemişsin. Sadece oğlanlara koşsalar iyi, daha beteri hayvanlar ile de cinsel ilişkiye giriyorlar. Hatta bir ara Gaykedi bunu yazmıştı. Bunu yapan adamlar geleneklere sıkı sıkıya bağlıdır da. Başkasının karısına kızına laf atarlar, bakarlar, ama kendi kızlarını “namus” diye öldürürler
[Şimdi memlekette türban yasallaşsın, bizim dümbelek İslamcılar arasında “yumuşaklık” da artar.]
[Bunlar kadın yüzü görmedikleri için bahsettiğin şeylerin olması doğaldır. Üstelik bunlar arasında eşcinsellik de var.]
Allah allah ne yazdığını bilmiyorsun herhalde hocam. Yukarıdaki cümleler aşağılamak değilse nedir?
Suat Öztürk'le "kapışayım" dedin ama ülkenin militarize olmasına ses çıkarmadın, tersinden erkek-egemen militarizme rey verdin. Bu sözde her haltta anıtkabire koşan "cumhuriyet kadınlarımız" da aynı hastalıktan muzdaripler. Laik olmayan bir rejim laikmiş gibi bir de katı otoriter bir lasizmi savundun.
Bir de insanların tercihlerine ne sebeple olursa olsun karışamazsın, üstelik sizler bunu paranoyak bir yerden engellemeye çalışıyorsunuz, iyi de hani hak ve hürriyet ilkeleri! Size göre şöyle giyinen çağdaş, böyle giyinen değil. Laf işte. Her haltınız ayrımcılık. Doğruyu hep siz bilirsiniz, hiç kimseye güvenmezsiniz.
Bir "üstelik"miş. Farkında değilsin ama ayrımcılık diline sirayet etmiş hocam. Zaten "kemalist" çizgin ayrımcılıklarla fazlasıyla malul olduğundan çok şaşırdığımı söyleyemicem :))
Yorumcular da dahil acayip acayip genellemelere gidiliyor bir anda asılıp kesiliyor. Damarlarınızdaki asil kandan olsa gerek.
@ iktisatçı gözüyle:
"Yorumcular da dahil acayip acayip genellemelere gidiliyor bir anda asılıp kesiliyor. Damarlarınızdaki asil kandan olsa gerek."; demişsiniz.
Yorumuma bir baktım da; nerede genelleme yapmışım bilemedim? İki ayrı hadis kaynağından [sayfa, paragraf, hadis numarası veremeyeceğim -kalkıp bakmaya üşendiğimden- ama biri Buhârî diğeri de Ahmed İbn Hanbel] aldığım bir bilgiyi yazmışım buraya. Sonra bu bilgiye dayanarak, peygambere günümüzde yaşasaydı verilecek sıfatı yazmışım.
Akîl bâliğ olmamış çocukla -vücudu Monica Belluci'ninki gibi gelişmiş olsa da- birlikte olmanın sapıklık olduğunu söylemek mi genellemedir?
Canlıya karşı koyamayacak bir halde olan, bu dünyadan göçmüş, bir cesede yapılan; tek taraflı zevk almaya yönelik -karşı taraf yaşaydı belki kabul ederdi belki etmezdi- bir eyleme sapıklık demek mi genellemedir?
Yine insana karşı koymaktan âciz, ağzı olup dili olmayan, yaratılış amacı insanoğluna hizmet etmek olmayan hayvanlara meyletmeye sapıklık demek mi genellemedir?
Bütün bunların son derece normal, insanî eylemler veya fanteziler olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Damarımdaki kana gelince... Orta Afrika'daki, Güney Amerika'daki, Moğolistan'daki herhangi bir insanın kanından daha asil veya daha soysuz değil. Sıradan A RH(+) kan işte. Kırmızı. Bir tarafım kesilince akıyor, pıhtılaşma süresi normal, vs.
Tüm yorumcuları, sizin deyiminizle "damarlarındaki asil kandan ötürü" tek bir forma sokarak, siz de genelleme yapmış olmuyor musunuz?
@Gooddess
Söylediklerim size değildi. Yok yere üstünüze alınmışsınız. Bu sitedeki genel yazılar ve yorumlar için söylemiştim onu.
Bahsettiğiniz konu hakkında bilgim yoktur. O yüzden net şeyler ifade etmem gerekmez. Ama "damardaki asil kan" meselesi cumhuriyet mitingleriyle kendisini zaten açık etmiştir efendim. Genelleme sayılmaz, hatta turnusol kağıdı dersek daha bir oturur. Kürt meselesinde vs. de kendisini hemen gösteriverir...
Aah Tansel ah,
Goddess artemis yazınca geri adım atmışsın. Genel yazılar içinmiş dediklerin demek. Şu genelleştirmeci anlayışın tuzağına düşmüşsün.
İnsanların tercihlerine karışamazsın diyorsun. Şunu bir de İslamcılara söylesene. İnsanları bölen kim acaba? Bir insan hem laik hem Müslüman olamaz diyen kim? Kendilerine “inananlar, Müslümanlar” yakıştırması yapan kim? Kendileri gibi olmayanlara “laikçi” diyen kim? “Cumhuriyetin sonu geldi, laikliği ortadan kaldırmak istiyoruz,” diyen kim? Saymakla bitmiyor valla. Her nedense bunlara pek sesini çıkarmıyorsun. Demokrasi anlayışın gereği herhalde …
Daha aklı neyin ne olduğuna ermeyen kız çocuklarını küçücük yaşlarında kara çarşafa sokan bir zihniyeti savunmayı demokrat olmak zannediyorsun. Cumhurbaşkanı zamanında kendisinden 15 yaş küçük, üstelik de daha 15 yaşında olan bir çocuğu babasının zoruyla okuldan alıp nikâhlamış. Bunu da savunsana bir.
En basitinden, dinsel dogmanın ta kendisini ifade eden türbanın üniversitede işi ne? Bunların türban yasağının kalkmasını sadece inanç özgürlüğü namına istediklerini düşünecek kadar saf değilsin herhalde. Giyinme özgürlüğü mü diyorsun? O zaman isteyen de üzerinde orak-çekiç resmi olan tişört giyip üniversiteye gidebilecek artık, öyle mi oluyor? AKP buna da izin verecektir herhalde. Demokrasi efendim, değil mi?
Saf liberaller bunların haklarını savunuyorlar. Halbuki İslamcılar liberalleri kullanıyor. İşleri bitince, nazik bir yerlerinden tekmeyi basacaklar onlara. Anayasa taslağını hazırlayan sözde profesörler de şimdi bazı çekinceler öne sürüyorlarmış. Bunlara “günaydın” değil, “siz aptal mı, yoksa üçkağıtçı mısınız?” demek lazım.
RTÜK dizilerde içki sahnelerini yasaklayan bir tasarı hazırlıyormuş. Hadi hayırlısı. Yakında öpüşme sahnelerini de yasaklarlar. Adaba aykırı ise demokrasiye de aykırıdır, değil mi?
Demokratik haklar demokrasiyi ortadan kaldırmak için kullanılamaz. O savundukların bir gün gelip sana “ananı al da git,” derlerse ne olacak, o zaman ne yapacaksın?
Atatürkçülüğe saldırmak demokrat olmak demek değildir.
[Goddess artemis yazınca geri adım atmışsın.]
İşte ben boşuna demiyorum ağzından çıkanı kulağın duymaz senin diye. Söylediklerimi teyid mi ettim son yazdığımda yoksa geri mi attım bir daha oku o zaman. Bilmediğim bir konuda senin gibi zırt pırt ağzımı açma alışkanlığım yoktur benim. Hatırlarsan daha önce başka bir yazına bıraktığım yorumda da yazılar ve yorumlarda acayip genellemelere gidildiği ve hemen asılıp kesildiği yönünde yorum bırakmıştım, hatta biri daha aynı yorumu yapmıştı. Zaten cümlenden net olarak görülüyor ki amacın düzgünce tartışmak falan değil, bağcıyı dövmek! Tüm kemalist-ulusalcı taife gibi.
Atatürkçülüğe "saldırmak" değil, eleştirmek demokrasinin şanındandır. Hele bu ülkedeki egemenlerin ideolojisi ise saldırmak pek tabii ki mübahtır. Mübahtır zira insanlara "doğruyu" öğretir, zorla biçime sokar. Bunun da özgürlükle bir alakası yoktur. Halkı modernleştireceğiz diye evlerinin düzenine kadar giren, batı modernizminin tipik uygulayıcısı olarak dini toplum hayatından sökmeye dayalı anlayışa tabii ki saldıracağım. Hem de bunu bir inançsız olarak yapacağım efendim. İslam dinin ahlakçılığından tiksindiğimi defalarca söyledim, ama bunu tartışmanın yeri özgürlükler değil başka platformlardır.
Niyet okuyarak demokrasi ve özgürlük olmaz. Onlar bunu yapacak saf mısın türü göndermelerle siyaset yapmak aslında tehdit olarak algıladığın kendi zihniyetin dışındakilere siyasal alanı kapatmak demektir ki bunun adı zaten totaliterliktir. Komünistler için de geçerlidir bu resmi ideoloji açısından pek tabii ki. Neticede onlar da en radikalinden rejim karşıtıdır (misal ben). Şimdi ben siyaset yapamayacak mıyım? Zihniyetin sorunlu ve totaliter. Tekrar ediyorum ülkenin şu an şeriat devleti tehlikesi olmadığı gibi (sınıfsal çözümlemeler bunu net gösteriyor) niyet okuyarak da özgürlük olmaz!
Kaldı ki zorla kafasını açarak üniversiteye sokunca ne oluyor! Peruk olduğu bile belli olan garip garip şeylerle geliyor, değişiyor mu sanki? Neyi kanıtlamaya çalışıyorsunuz böyle! Ayrıca orak çekiçle veya Che tişörtüyle okula gidebiliyorum ben zaten. Görmüyormusun millet zibidi gibi gidiyor okula bu kızlara gelince mi yasak! Neden çünkü bizim herşeyi bilen devletlülerimiz tehdit algılıyor kendilerini. Olmaz böyle saçma iş...
AKP'yi savunduğumu nereden çıkardın. Daha AKP'nin bu düzenlemesinin ne kadar antidemokratit bir zamine dayandığını iki önceki yorumumda yazdım. İnsaf be Can! İnsaf!
Hülasa ben fikirlerine birebir katıldığım Ertuğrul Kürkçü'nün yazısının linkini vereyim, senin için de tez elden kronik resmi ideoloji zehirlenmesinden kurtulmanı dileyeyim;
http://www.bianet.org/bianet/kategori/bianet/104665/kadinlara-askerden-sagcidan-fayda-yok
Bu arada AKP ile ilgili yorumu şurada yapmışım düzelteyim;
https://www.blogger.com/comment.g?blogID=36567313&postID=4619584784651343083
Hatta buraya kopyalayım da rahat olsun.
[Ha Tayyip son yeni düzenlemede biçimde batmış mıdır? Evet batmıştır. Özgürlükleri sadece başörtüsüne indirgemiş ve buna özel ısmarlama kanun tasarısı çıkarmaktadır. Halbuki üniversiteler bugün resmen kışladır! Neresinden tutsanız elinizde kalır.]
Velhasıl AKP'nin türban hikayesini özgürlükçülük ayağına kullanmasını da yemedik efendim, sen önce şu kışla üniversitelerini bi özgürleştir, YÖK'ün icabına bak derler adama ama bunlarda askeri-vesayetçilerden aşağı kalmadıklarını gösteriyorlar (paralı üniv. meselesi ve üniversitelerin kontrolü vs.).
“Halkı modernleştirmek, egemenlerin ideolojisi, dini toplum hayatından sökmek,” vs. vs. Bunların hepsi laik rejimi ortadan kaldırmak isteyenlerin yapmak istedikleri için kullandıkları ifadeler. Artık kalıplaştılar, klişe oldular.
Sen bilmezsin, Buhari’nin Sahih’i ilk defa Atatürk zamanında Türkçeye çevrilmiştir. Kuran’ın tefsirini Elmalılı’ya Atatürk yaptırmıştır. Öncesinde bunların hiçbiri yoktu. Ezan da onun zamanında Türkçeleştirilmiştir, millet ne dendiğini anlasın diye. Hatta camilerde Türkçe ibadet bile başlatılmıştır.
Halbuki sen Atatürkçülük ile, Atatürkçü geçinip kendisine avanta sağlayanların yaptıklarını sürekli olarak birbirine karıştırıyorsun. Sonra da ikisi aynı şeymiş gibi Atatürkçülüğü eleştiriyorsun. Bunu da demokrasi adına yaptığını söylüyorsun. Oysa yaptığın sadece, başkalarının özgürlüklerini demokrasinin ardına sığınıp ortadan kaldırmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürmek.
Şimdi internette türbana özgürlük bildirisi dolaşıyor. 3000 kişiyi aşmış bunu imzalayan akademisyenlerin sayısı. Bu adamlar Atilla Yayla geçen sene okuldan uzaklaştırıldığında neredeydiler? O zaman da bildiri yayınlanmıştı ve “ben” dahil imzalayan akademisyen sayısı sadece 208 kişi idi. Şimdi Atilla Yayla 15 ay hapis cezası aldı. Türban bildirisini imzalayanlar nerede?
Her egemen düzen kendi yalakalarını doğurur.
“Demokrasi bizim için bir amaç değil, araçtır,” diyen insanların haklarını savunmak demokratlık değildir. “Cumhuriyetin sonu geldi, laikliği ortadan kaldırmak istiyoruz,” diyenlerin haklarını savunmakla demokratlık olmaz. Bunlara oy verenlerin haklarını savunmakla da demokrasi gelmez. Demokratik düzenlerde başkalarının özgürlüklerini ortadan kaldırmak isteyenlere hak verilmez. Bu böyle olmak zorundadır, yoksa özgür düzen yozlaşır.
Demokrasi herkesin her istediğini yapması demek değildir. Demokratik düzenin temel amacı farklı fikirlere sahip kişilerin uyum içerisinde bir arada yaşamasıdır. Bunun ön koşulu da herkesin fikir ve inanç çeşitliliğini, farklılığını kabul edip buna saygı göstermesidir. Kendilerinden daha farklı şeylere inanıyorlar diye ya da kendilerinden daha farklı fikirleri var diye diğer insanları sapmış ve günahkâr olarak gören kişilere demokrasilerde hak vermek, en başta diğer kişilerin özgürlüklerini tehlikeye atmak demektir.
Türbanı destekleyen yüzlerce kız Beyazıt’tan Aksaray’a doğru izinsiz gösteri yürüyüşü yaparken, “Tek Yol İslam – İslamcı Hareket Engellenemez – Muhammed’in Ordusu, Laiklerin Korkusu – Kahrolsun Laik Diktatörlük – Türban Bu Düzene Mezar Olacaktır.” diye haykırıyordu.
Şimdi sen demokrasi adında böylelerinin üniversitelere girmesini savunuyorsun.
Üniversiteler özgür düşüncenin olduğu, bilim yapılan yerlerdir. Böyle yerlerde dinsel dogmaların yer almasına hiçbir şekilde izin verilemez. Koyu bir dindar olan Louis Pasteur 150 yıl kadar önce öğrencilerine şöyle demiş: “Laboratuara girerken İncil’i dışarıda bırakacaksınız!” Üniversiteler böyle yerler olmak zorundadır. Dogmaların olduğu yerde akla yer yoktur.
Bak, üniversiteyi ziyaret etmek isteyen Papa’nın başına ne gelmiş. Doğru olan budur.
Bir örnek vereyim. Tıp fakültelerinde anatomi öğrenmek için kadavralar üzerinde çalışma yapılır. Saçı görünürse günaha gireceğini düşünen bir kişi, bir erkek kadavra üzerinde çalışma yapabilir mi? Ona el sürebilir mi? Bunu yapmayı reddeden birini diploma verip okuldan mezun eder misin? Böyle bir kişi acil servise getirilmiş, ölmek üzere olan erkek bir hastayı tedavi eder mi?
Sanat fakültelerinde çıplak canlı modeller üzerinde çalışılır. Böyle derslere girmeyi reddeden kişilere diploma verir misin sen? “Persepolis” adlı kitabında Marjane Satrapi bu modeller için arkadaşlarının evlerinde gizlice çalıştıklarını yazıyordu, çünkü İran’da bunlar yasakmış.
Kemalistler başkalarının yaşamlarına karışıyorlarmış. Tabii, İslamcılar hiç karışmıyorlar, değil mi? Madımak’ı kim yaktı? Gonca Kuriş’i kim öldürdü? Malatya’da Hıristiyanların boğazını kim kesti?
Artık uyanmanın zamanı gelmedi mi Tansel?
Bliyaal beyin yaptigi dinin dayattigi sosyal yasami elestirmektir.
Bu neden bu kadar rahatsiz edici anlayamiyorum. Bu cagda bu benim inancim diyerek elestiriden kacmak olabilir mi! Din elestirinin disinda kalmamalidir. Oysa ki bugun bu benim inancim diyerek istediginiz her turlu baskiyi savunabiliyorsunuz (bkn. Ali Bulac'in bugunku yazisi). Din de is dunyasi, bilim, sanat gibi elestirilebilen bir alan olmalidir.
Hatirlayalim, Islam dunyasinin cogunlugu Muhammed'in resimlestirilmesine bile dayanamadilar, buna etrafi yakarak cevap verdiler! Acaba neden diye soruyor mu liberal aydinlarimiz kendilerine?
Selam Ulaş,
Ali Bulaç’ın yazısı burada. Bu adam hakkında ben de daha önce yazmıştım hatta. Ali Bulaç gibi adamlar aslında ne düşündüklerini güzel güzel(!) ifade ederken, liberaller hala körü körüne bunların peşinden gidiyor.
Gerçekten de, özellikle din gibi bir dogmalar sistemi eleştiri dışında kalmamalıdır. Halbuki tüm İslamcıların sorunu şu: Kendilerine karşı hoşgörü gösterilmesini istiyorlar, ama başkalarına karşı hiç de hoşgörülü davranmıyorlar. Bizim memlekette daha hala Salman Rüştü’nün “Şeytan Ayetleri” kitabı yayınlanmadı. Üstelik diğer kitapları basılıyor da. İnternet olmasa peygamber karikatürlerini de göremeyecektik. Bütün bunlar dini tahakküm demek değildir de nedir?
Can saplarla samanları sürekli birbirine karıştırıyorsun, şimdi tartışmadan çekileyim diyorum bu sefer ne oldu kaçıyor musun ayağına yatıyorsun, seninle tartışmalar entelektüel dürüstlük düzeyinde gitmiyor ama yine de yazıcam.
Öncelikle kemalizm ile ilgili söylediklerin tabii baştan aşağı yalan. Kemalizm aslında öyle varlığı bütünlük içerisinde savunulabilecek bir ideoloji değil. En temel sorulara bile cevap vermez çünkü. Dünya siyasi litertüründe adı bile yoktur, bir burda var. Yapma ve sonradan oluşturma. Mustafa Kemal'in kendisi de aslında pragmatisttir.
Kemalizm dediğimiz zaman ise bugün devleti oluşturan özünde pragmatist fikirler öbeğinden başka birşey yoktur. Bismark Almanyasıvari militarize olmuş bir toplum öngörür. Hatta Söylev ve Demeçlerde Mustafa Kemal'in kendisi Ankara Turk Inklap Tarihi Enstitutusunun 1952 yili basimli Ataturk'un Soylev ve Demecleri adli kitabin 226inci sayfasinda Ordunun bu ülkenin gerçek entelijansiyası ve gerçek "sahibi" olduğunu söyler. Fransa örneğini kopya ettiği için de aynı orada mutlakiyetçi devlet gibi devlet-sivil toplum ayrımını İngiltere'dekinin aksine yok eder, ortadan kaldırır. Milli eğitimi vs.yi de buna bina eder. Demokratik bir ülkede ordu mordu olmaz, en azında burjuva demokrasisi açısından yaklaşsak bile ordunun rejimde göreli bir özerkliği baskın bir gücü olmaz, olmamalı! Halbuki kemalizm açık ki militarist.
Bir diğer özelliği ise dönemin Avrupasından kopya ettiği modernist ideoloji olmuştur. Kökeni zaten Comte'un da öngördüğü gibi toplum hayatını rasyonalize etmekten uzak tüm dini söküp atmak olmuştur. Tabi bu durum Batı Avrupa'daki sınıfsal dilini kilisenin gücünün gerilemesinde bulmuştur ama burada devletliler tarafından dayatılan totaliter bir laisizmde. Tabi sünni bir diyanet işleri bakanlığı kurup bununla hem dinin tek yorumunu baz alıp sürekli müdahale ettiği bir alan yaratması da cabası. Böyle laik rejim olmaz. Laiklik devletin dine müdahale etmemesiyle ancak mümkün olabilir, adından söz ettirebilir. Bunlar klişe mlişe değil hocam, gerçeklerdir. Sen türbana hayır diyorsun kamusal alanda yasak diyorsun bunun anlamı şudur: evinde dışarda giy ama siyasal alana katılırken gelme bununla. İyi de bizim kimliklerimiz içerisinde yeri var bunların. Nasıl dışarda bırakalım. Siyasallık denilen olgu sadece şu ne idüğü belirsiz kamusal alanda yaratılmaz ki. Evlerimizde yaratılır, sokaklarımızda yaratılır. Habermas'ın kamusal alan tanımına bi girsek hepiniz teryüz olursunuz burada demek ki. Sığ tartışıyorsunuz meseleyi.
Dolayısı ile kemalizm dediğimiz söylemler bütünü sınıfsal dilini kendini ülkenin sahipleri belleyen cumhuriyeti kurucu kesimlerin ve özellikle büyük şehirlerdeki orta sınıfın içinde bulmuş ve kurmuştur. Ülkenin yaşam biçimi bu sınıflar tarafından dayatılmıştır. Daha geniş bir kesimi oluşturan köylülük ise küçük köylülüğe dayanmaktadır ancak onlarda uzun süredir şehirleştiler ve burjuvalaştılar.
Burjuvalaşan yeni kesim ise her ne kadar burjuvalaşsa dahi islami-geleneksel söylemleri kullanırlar. Bunlar çok olağan şeyler. Büyük büyük sermaye grupları oldu bu sınıfın, dünya genelindeki döngüye eklemlendiler. Artık birincil özellikleri kapitalist olmalarıdır, dogmatik bir islamcı olmaları değil. Bunu görmemezlik etmeyiniz. Kapalı islam devleti isteyenler tabii ki var. Ancak çok güçsüzler ve marjinalize olmak zorundalar,çünkü destek aldıkları küçük köylülük bitiyor artık, onlar da proleterleşiyorlar hızla!
Kemalizm dediğimiz şeyi sınıfsal içerinden soyutlamadan ele alamayız. Sen gidiyorsun bana "şunu referans alıyorsun" diyorsun. İyi de zaten tutarlı bir bütün değil ki kemalizm benim için. Ben genel olarak sınıfsal dil çözümlüyorum.
Atilla hoca mevzusunda nerde bu adamlar diyorsun ama iki bildiriye de imza atanlar aynı kişiler gördüğün gibi nasıl gözünden kaçırdın bunu anlamadım.
Öncelikle şunu ayır. Ben tabii ki bir radikal solcu olarak AKP'ye muhalifim, özgürlükçü falan olduklarına tabiiki inanmıyorum. Ben ilkesel duruş sergiliyorum. Hiçbir sebep ve hiçbir paranoya analizlerimizin temeli olamaz. Hele hele de yasakların! Yasaklayarak neyi çözeceksin....
Bence sen uyanmaya bak. Ordunun ve egemenlerin iktidar savaşlarına alet olma...
Bir süre işim gücüm var, demogogluk yapılacaksa cevap vermeyeceğim....
Yav Tansel, sen Atatürk hakkında şu son yazdıklarını eline alıp YÖK’e başvursana. Seni kesin profesör yaparlar. Hazır başkan da değişmiş …
Sapla samanı karıştırmıyorum. Onun yerine sen Atatürkçülüğü ideoloji zannedip gene “sınıfsal analiz” yapmaya kalkışmışsın. Su “sınıfsal analiz” hevesini bir köşeye bırak da, benim yazdıklarıma cevap ver. Önceki yazıda somut örnekler verip neler olacağını sormuştum, tek kelime dahi edememişsin. Senin “sınıfsal analizin” sorunlara çözüm getirmiyor maalesef.
Hadi eleştirdin diyelim, eh, peki sana göre ne yapması gerekiyordu Atatürk’ün?
Herhalde senin kafana göre düşünürsek, mesela Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndan sonra referanduma gidip millete şöyle sorması gerekiyordu: “Ey ahali! Cumhuriyet denilen bir şey varmış, biz ona geçmeyi düşünüyoruz, sen ne dersin?”
Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü eleştiren tüm kişilerin ortak özelliği, “ne yapılmalıydı?” sorusuna cevap verememeleridir. Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü eleştirmekle hiçbir soruna çözüm bulamazsın.
İslamcıların kapitalist olmakla dogmatik olmaktan kurtulacaklarını zannediyorsun. O zaman Amerika’da neden hala evanjelistler var? Bush gibi bir dindarı kim seçti o zaman? Orası kapitalist değil mi?
İki bildiriyi de aynı insanlar imzaladıysa niye birinde 208, diğerinde 3000 küsur kişi var? Fark etmedin galiba, arada yaklaşık 3000 kişilik bir fark var.
Hep söylerim, azgelişmiş bir ülkede kanunlar çıkarmakla insanların düşüncelerini değiştiremezsin. Maddi yaşam koşulları değişmedikçe düşünceler de değişmez. Hatta bu dahi kimi zaman yeterli olmaz.
Dinin toplum içinde nasıl bir yere sahip olacağı hakkındaki düşüncelerini kafanda yerli yerine oturtmadıkça, böyle konularda bocalamaya devam edersin. Önemli olan her şeyi eleştirmek değil, eleştirdiğin şeylere çözüm üretmek.
[Onun yerine sen Atatürkçülüğü ideoloji zannedip gene “sınıfsal analiz” yapmaya kalkışmışsın.]
Yahu Can sen okuduklarından anlamıyor musun kuzum? Bak ne yazmışım;
[Kemalizm aslında öyle varlığı bütünlük içerisinde savunulabilecek bir ideoloji değil. En temel sorulara bile cevap vermez çünkü. Dünya siyasi litertüründe adı bile yoktur, bir burda var. Yapma ve sonradan oluşturma. Mustafa Kemal'in kendisi de aslında pragmatisttir.]
Sınıfsal analiz önemlidir. İdeoloji olmak ile sınıf analizinin ne alakası var anlamadım, söylem düzeyinde olsa bile tarihsel materyalist analizin pekala konusudur bu.
Evet ABD'de evangelistler vardır. Kapitalistlerdir ama bu seni değil beni doğrular. Hristiyan din devleti yoktur ki orada! Hatta seküler bir toplum denilebilir ABD için. Ne iddia ediyorsun anlamadım ki, belli şerefleri cepleridir evangelistlerin, e bizdeki yeni muhafazakar sınıf da böyle. Dolayısı ile İslam devleti kaygısı paranoyaklıktan ibarettir. Nokta.
Atatürk'ün ne yapması gerektiği değildir mesele Can. Netice de o da devleti kurtarmak için yetiştirilmiş bir subaydır (askerdir) ve o da görevini yapmıştır. Muhalefeti bastırmış, komünistleri savaş sırasında kullanmış, sonra diğer muhalefet kesimleriyle birlikte icabına bakmıştır. İzmir suikasti vs. ortada olduğu gibi Serbest Fırka olayı ile muhalefeti kontrol edeyim derken halkın otoriter rejimden hoşnutsuzluğu sonucu az daha ipleri elinden kaçırıyordu.
Halka sorsaydı değil mesele. Sormak fiili burjuva demokrasilerine hastır zaten. İnsanlar yaşadıkları yere bizzat hayatın ve siyasetin kendisine müdahale edebilmelilerdi. Netice kendi yaşam alanına müdahale edebilmeliydi, üretim sürecine de islami referanslar atacak değillerdi ya, tohumu islami usullere göre dikmek diye birşey var mıdır mesela? Halk meclisleri vs. bisürü literatür çıkar ordan... Hiç girmeyeyim.
Senin soruna komünistler sapına kadar cevap verir. Sosyalizm, daha ne olsun! Senin savların gibi yolu diktatörlükten geçmez bu işin.
Dine müdahale ederek zor yoluyla bu olmaz Can. Ayrıca afedersin de ne dediğin iddialarım net. Hiç bocalayan birine benziyor muyum :)) Gayet rahat yazıyorum. Hakkaten boşuna demiyorum işte sen karşındakini aklınca sinirlendirmeye çalışıyorsun, bağcıyı dövüyorsun aklınca... Bence bocalayan sensin gibi ama neyse.
Hocam msnde de pek görünmüyorsun, bir iki birşey soracam sana ama...
Bliyaal,
Ali Bulac'in yazisi beni gercekten de urkuttu. Aslina bakarsan takip ettigim bir aydin degil, tesadufen okudum ve inanamadim. Ilimli islamcilar bunlari savunuyorlarsa vay halimize. Dini yorumlara/ Kuranda yazanlara dayali olarak kurdugu mantigin sonunu getirmenin imkani yok, bunun nerede duracagina kimse karar veremez. Sonucta istedigi sistemin bir adi var onun da ne oldugunu hepimiz biliyoruz. Uzerinde calisma yapmadim ama sekularizm sadece din ve vicdan ozgurlugu demek degildir. Ahmet Necdet Sezer dini ozgurlukler sinirlanabilir demisti, kimi cevreler bunu agizlarina sakiz ettiler dalga konusu yapmak icin. Bunlari belirtince dogrudan 'seni gibi kemalist yobaz/darbeci seni' ezberine tosluyorsun.
Dinin dunyevi bir disiplin olarak elestirilebilmesi tam da bu acidan cok onemli. Ben bu noktanin uzerine basildigini hic gormuyorum. Baykal da sikmabasi elestirirken 'dinimizde/anadolu yorumunda boyle bir sey yok' noktasindan elestiriyor. Halbuki varsa bile bu ne sapikca, ilkel ve insani asagilayan bir dusuncedir demesi lazim. Kuranda ipe sapa gelmez bi ton sey var, hepsine ayni saygiyi gosteriyor muyuz?
Ayrica,
Imza kampanyasiyla ilgili birkac istatistik...
Kaynak: Dr. Serdar Şahinkaya
-Konya Selçuk Üniversitesi 119 imza ile toplam 1400 küsur imzanın yüzde 10'a yakınını oluşturuyor. Onu Atatürk (Erzurum), Sakarya, Gazi, Fırat, Erciyes, Marmara ve Fatih üniversiteleri (39 imza) izliyor. -Bilgi 17, ODTÜ ve Hacettepe 11, Sabancı 5, İTÜ 4, Galatasaray 2, Işık 1 imza ile listede
-Imza atanlar arasindaki bayan orani tum ogretim uyeleri arasindaki bayan orani baz alindiginda eser miktarda
Tansel,
Atatürkçüğün ideoloji olduğunu söylemedim ki ben önceden. Sen sanki söylemişim gibi konuya girmişsin.
Evanjelistler meselesini kabul ettiğine göre, kapitalizmin bizim İslamcıları modernleştirmeyeceğini, yani kafalarını değiştirmeyeceğini kabul ettin herhalde. İslamcılar illa İslam devleti kuracaklar diye bir şey yok. Düzeni yavaş yavaş kendi istedikleri yönde değiştirseler yeter onlara. Amerika’nın hiç de o kadar seküler olduğunu sanmıyorum. Bugün Amerika’da ateist olduğunu söylemek mümkün değildir.
Halka sorma burjuva demokrasilere hastır dediğine göre, Atatürk’ün tek başına hareket etmesi durumunu eleştirecek bir şey kalmıyor.
Azgelişmiş ülkelerde ne sosyalizm olur ne de komünizm. Yürümez bu memleketlerde bunlar. İzlenimler’de de yazdım bunu. Sosyalistler kalkınma konusunda, hele piyasanın terk edilmesi konusunda bana pek cevap veremez. Sosyalizm ile kalkınmayı başarmış ve endüstrileşmiş kaç ülke var?
Analiz yapmak iyi hoş da, çözüm üretmek lazım. Kanun yapmakla olmaz bu iş.
Msn’e sık girmiyorum. Sen en iyisi bana mesaj at.
Ulaş,
Görünen o ki, Ali Bulaç dar kafalı bir adam. Stv’de izlediğimde bile fenalık geçirmiştim. İslam’ı Orta Asya geleneklerine uygun biçimde yorumlayanlar benim bildiğim kadarıyla Alevilerdir. Öte yandan, bugünün İslamcılarının savundukları şeylerin bir kısmı zaten İslam’da yok. Bir kısmı da Arapların geleneklerinden ibaret. Türkiye’de İslam dini Araplıkla karışmış halde. Bunun en güzel örneği de sakal bırakmayı dinin gereği zannetmektir.
Aslında peygamber döneminde özgür kadınlar açık, köle kadınlar kapalı gezerlermiş. Hatta halife Ali’nin pazarda açık halde gezerken gördüğü bir köle kadını kırbacı ile dövdüğü söylenir. Bu açıdan bakıldığında İslamcı kadınların kapanmak istemeleri bir açıdan tutarlı sayılabilir, ne de olsa istedikleri düzen onları ikinci sınıf vatandaş haline getiriyor.
Çok önce, Atilla Yayla bana Nurcu tayfasının kendi aralarında kendilerinden olmayan kişilere 5’li not sistemine göre not verdiklerini söylemişti. Sanırım onun notu 1 ya da 2 imiş – umarım yanlış hatırlamıyorumdur. Öyle görünüyor ki, tam manasıyla onlar gibi olmadıktan sonra, bu insanlar her zaman kendileri dışında kalanları bir şekilde “ötekileştirmeye” devam edecekler. Aslında bu bölücülükten başka bir şey değil.
Bizim Fethullah hoca gibi büyük(!) Müslümanlarımız bile faiz yiyor. Bugün ekonomiden faizi kaldıralım diyene deli diye bakarlar. Kuran’da yasak olmasına rağmen tüm İslamcı bankalar faiz ile haşır neşir olmak zorundalar. Daha en başta Kuran’ın yasaklarını bunlar deliyorlar.
Dine inanan bir insanın o dinden kendisini soyutlayıp inancını eleştirmesi mümkün değildir. Zira dinde şüphe olmaz, aksi takdirde inancını yitirirsin. Artık olgunluğa erişmiş insanların düşüncelerini değiştirmek mümkün değil. Önemli olan çocuklar. Esas onları özgür fikirli yetiştirmek lazım.
Son olarak, bildiri dedin de, o bildiri de benim tez hocamın da adı var. Şahsen ben, hocanın öyle bildirilere imza atmaktansa, benim tezim ile ilgilenmesini tercih ederim. Her konuşmaya gittiğimde tez konumu yeni baştan anlatmak zorunda kalıyorum. Pes!
Bak ya;
[Halka sorma burjuva demokrasilere hastır dediğine göre, Atatürk’ün tek başına hareket etmesi durumunu eleştirecek bir şey kalmıyor.]
Ne alakası var bunun hocam dediğimle. Koca halkın kaderi bi adamın eline düşmesi ve onun azının içine bakım "ne yapması lazım" durumu sorgulanmaya muhtaç zaten. Tartışmayı "eheıeh ii de gardaş naapsaydı atatürk" sığlığından mı tartışalım? Buna halkın hayata müdahale edecek organların olması lazım diyerek cevap verdim ya, halk meclisleri ıvır zıvır şimdi girmim derinine...
Demokrasi konusunda azgelişmişlerden örnek bol.
Sanayileşme konusuna gelirsen bu zaten başlı başlına fetişleştirdiğin bir konu, ki bitmiş bir tartışma modernist çizgisel tarih. Geçelim bunları. Liberaller gibi başladın sen de böyle sosyalist bi ülke göster diye. Adamların yedikleri ambargoyu görmeden. Boku bokuna dünya devrimi demiyoruz heralde.
Ah Can bi de demagoji yapmasan ii tartışırız da...
Şimdi seküleriz tartışmasını da açmim ama dediklerin tabii ki yanlış. Ona bakarsan bugün Fransa'da Cumhuriyetçi karşıtı olmak neredeyse suçtur :)) Neyse sonra...
Din tabii ki tartışılmalı ama insanların kafasını zorla açmakla olmaz bu iş. Ayrıca din deyip atamayız köşeye bunları. Koskoca bir tasavvuf geleneği var bir felsefe var ortada, ki çok da değerlidir bence bu kısmı...
şimdi blogları ve bloglardaki türban sorunumuz yazılarını okurken birden aklıma takıldı.. persepolisi de izledim bikaç gün önce.. bi zaman sonra bizim bu blogları kapatırlar sanırım :)
ve ben 18.yaşgününde kızıma armağan etmek üzere ona özel hazırladığım blogumu düşündüm bir anda kendi blogumdan önce. bi yerlere yazıları kopyalayıp "bak kızım eskiden biz böyledik işte, rahattık, kimse kimseye karışmazdı, yazardık çizerdik fotoğraf çekerdik, hiç tanımadığımız başka insanların yazılarını okuyup gülümserdik onlara da.. sen bilmezsin bunları.. şimdi zaman çok değişti" diyebilme ihtimalim olduğu gerçeği nefesimi sıkıştırdı :)
daha içimi sıkan biçok ihitimal var ama anlat anlat bitmez ki :)
gerçi ben bilmem beyim bilir..
hoş benim beyim de yok ama
ben bilmem babam bilir diyeyim bari o zaman..
tamam sustum :)
7. 0da
Ben de Persepolis’in kitabını okudum. Filmi dublajlı mı, yoksa alt yazılı mı acaba?
İran’da Humeyni’yi destekleyen solcular devrim olduktan sonra öldürüldüler. Şimdi bunun benzerini bizde liberaller yapıyor. Bakalım onların başına ne gelecek?
Blogu kızına hediye etme fikri hoşuma gitti. Ama dediğin gibi, yazıları bir yerde saklamak en doğrusu. Youtube ve Wordpress’in kapatıldığı bir yerde bizim bloglar da kapatılabilir.
Post a Comment