Thursday, February 19, 2009


NAMAZLI KURTULUŞ

Son iki gündür bizim evin yakınlarındaki bir marketten poşet kahve alıp duruyorum. Piyasadaki hemen hemen her çeşidi denedim sanırım. Nescàfe ile Ülker’in Cafe Crown’ından iki, Jacobs’dan da bir ürünü beğendim; diğer markalar pek iyi değildi. (Bir zamanlar Jacops’un büyük poşet ve farklı çeşitte cappuccinoları olurdu, artık bulamıyorum.) Bu arada, bir marketler zincirinin şubesi olan bu markette her alışverişten sonra bana promosyon olarak Star gazetesi verdiler. Star gazetesi okumam, sadece hükümet yanlısı bir gazete olduğunu ve uzaktan aşinalığım olan bazı liberal hocaların gazetede yazarlık yaptığını biliyorum. İki gün boyunca verilen gazeteleri okudum – felaket! Gazetenin neredeyse her yanından iktidar yalakalığı akıyordu. Sırf bazı yazarların ismi bile gazetenin tipi hakkında rahatça bir fikir verebilir: Eser Karakaş, Mehmet Altan, Mustafa Akyol ve Mahir Kaynak.

Eski MİT ajanı Kaynak’ı görünce bir “yuh” dedim zaten. Mahir Kaynak 70’li yılların başlarında İstanbul Üniversitesi’nde iktisat bölümünde hocaymış, matematiksel iktisat derslerine giriyormuş. Tesadüf, hem tez danışmanım hem de bizim peder o dönemde orada öğrencilermiş. Tez danışmanım bir defasında bana Kaynak için, “Ajan olduğunu düşüneceğimiz en son kişilerden biriydi,” demişti. Pedere sorduğumda da, “Derste öğrencileri kışkırtırdı, sonradan öğrendik ki, meğer onları ispiyonluyormuş,” dedi. Ne güzel değil mi, liberal hocalar işte böyle adamlarla aynı gazetede yazıyorlar.

Eser Karakaş’ı dört sene kadar önce Bahçeşehir Üniversitesi’nde görmüştüm. Yabancı liberal bir hocanın verdiği seminere katılıyordum. Karakaş da tam gelip benim arkamdaki koltuğa oturdu. Hocanın konuşması boyunca arkadan koltuğumu sallandırdı, titreştirdi ve garip garip, “hohohrgghg, höörgghrth” gibisinden sesler çıkarttı. Böyle bir yerde arkanızda oturan kişi böyle sesler çıkartıp koltuğunuzu sarsarsa ne düşünürsünüz? Korkudan arkama da bakamadım. Bir ara yabancı liberal hoca devletin verdiği tüm hizmetleri özel sektörün de verebileceğini söylediğinde, Karakaş benim ve etrafımdakilerin duyabileceği kadar yüksek bir sesle adama “salak” dedi. Aslında düşüncelerine katılmasam da liberal hoca gayet güzel konuşmuştu – özelikle de özel güvenlikle ilgili meselelerde. Seminer bittikten sonra Karakaş gidip bir köpek getirdi – sanırım kendi köpeğiydi – ve hocaya göstererek, “işte güvenlik sorununu bu hâlledecek,” dedi. Yanlış hatırlamıyorsam Karakaş o dönem o üniversitede dekandı – yazık.

Gazetede yazan kişilerden biri de şu Avrupa Yakası adlı diziyi yapan Gülse Birsel’in kocası Murat Birsel imiş. Kendisi çok önceleri NTV’de Gündemdekiler diye bir program yapardı. Sonra ATV’ye geçip ana haberleri sunmaya başladı. Şu anda ne yapıyor bilmiyorum. Marketten ilk gün verdikleri gazetede Birsel’in yazını görünce pek bir güldüm, zira başlığı “Namaz Suçu Engelliyor” idi. Yazısının bir yerinde şöyle diyor: “Ve dünya genelinde bir ülkede namaz kılınıyorsa toplam suç istatistiklerinin hemen hepsinde Müslüman toplumlarda suça eğilim düşük çıkıyor.” Birsel’in ifadesiyle “bir huzur, iç güzellik, huşu ve iyiliklere dair titreşimler barındıran namaz” meğer işlenen suçları azaltıyormuş. Vay anasını! Üstelik Birsel bu konuda bilimsel araştırmaların da olduğunu söylüyor.

Şimdi, Murat Birsel’in mantığıyla düşünürsek, Ortadoğu’daki pek çok sorunu namazla çözebiliriz – en azından müslüman Arap kardeşlerimizin vırt zırt yanı başımızda çıkarttıkları sorunları. (O musibet Yahudiler de imana gelseler, Müslüman olup namaz kılsalardı onların çıkarttıkları sorunlar da çözülürdü.) Müslümanlar bir namaz kılmaya başlasalar ne El-Kaide kalacak ne de Hamas. İntihar bombacıları kendiliğinden silinip gidecek. Kızları ve kadınları kapatmayacaklar. Hem sadece Ortadoğu mu? Bizdeki sorunlar bile namazla çözülebilir. Mesela şu AKP’liler bir namaz kılsalar, ne yobazlıkları kalacak, ne rüşvetçilikleri, ne de üçkağıtçılıkları; hepsinden kurtulacaklar. Tayyip kardeşimiz de namaz kılsaydı keşke; biraz yontulur, adama benzerdi. Ya Fethullah hocamız? Namaz kılsaydı taa Amerikalardan cumhuriyeti yıkmaya kalkışır mıydı hiç? Namaz kılsalardı Vakit gazetesindeki yazarların arasından Hüseyin Üzmez gibi bir tecavüzcü çıkar mıydı? Ya Deniz Feneri? Demek ki iş namazda bitiyor. Tabii o laikçi-faşist, ulusalcı, statükocu, darbeci, cuntacı ve Ergenekoncu Kemalistlerin namaz kılmalarını beklemek saflık olur. Onlar hayatta namaz kılmaz – mendebur herifler!

Bu adamlar böyle AKP yalakalığı yapadursun, geçen hafta Cumhuriyet gazetesinde (10 Şubat Salı) İran’da zamanında Şah’a karşı yapılan halk ayaklanmalarına liderlik etmiş yazar Bahman Nirumand ile yapılan bir röportaj vardı. Gazetede yazdığına göre, 1936 doğumlu Nirumand Tahran Üniversitesi’nde doçent olarak çalışırken Şah’a karşı eylemleri nedeniyle 1965’de İran’ı terk etmiş ve Almanya’ya gitmiş. Orada 68 öğrenci hareketine katılmış. 1979’da Şah’ın devrilmesinden sonra İran’a dönmüş ve 1.5 yılı yeraltında olmak üzere toplam üç yıl İran’da kaldıktan sonra bu defa molla rejiminden kaçarak yeniden Almanya’ya gitmiş. Molla rejimi, siyasal İslâm gibi konularda kitapları varmış. Bunlardan biri Türkiye’de de yayınlanmış. Nirumand’ın röportajından önemli gördüğüm yerleri aşağıya yazdım.


Şah’ı devirdikten sonra iktidarı mollaların ele geçireceğini hiç düşünmemiştik. Her şey çok çabuk değişti. (…) Eğer gerçekleri görmeyen bir ütopya ile hareket ederseniz, başarıya ulaşamazsınız. Örneğin bu, yaptığımız önemli bir hataydı. Hepimiz o zaman daha çok gençtik, tecrübesizdik. Kafalarımızdaki ütopya, ayaklanmadan sonra sosyalist bir İran kurmaktı. Oysa bu ütopyanın gerçeklerle ilgisi yoktu. Başta biz solcular, o zamanki İran halkını, İran halkının yapısını tanımıyorduk. Şah diktatörlüğünü karşımıza almıştık, başka bir şey düşünmüyorduk. Halk ne düşünüyor, onların beklentileri, ihtiyaçları neler, bunları pek dikkate almamıştık. Kısacası İran halkını tanımıyorduk. Halkın beklentilerine, taleplerine cevap vermeyen, bunları dikkate almayan bir devrimin başarıya ulaşması imkânsız. Halkın sadece bir kesiminin istemleri doğrultusunda hareket ederseniz, bu da başarıya ulaşamaz. (…) Önemli olan halkın aydınlatılmasıdır. Aydınlanma olmadan toplumsal kalkınma, demokratik ilerleme de olmaz. Halkı toplumsal değişikliklerin gerekli olduğuna inandırmak ve bu doğrultuda halkla birlikte uzun süreli bir mücadele vermek gerekiyor. İşte 1979 yenilgisinden çıkardığım dersler bunlar.

(…)

70’li yılların ortalarından itibaren İran’da Şah’a karşı bir hareket başlamıştı. Ancak bu hareket işçi-köylüden ya da yoksul-fakir halktan gelmiyordu. Tam tersine, petrolden zengin olmuş bir tabakadan veya zengin olma umutları besleyen orta sınıftan geliyordu. Bunlar iktidarda söz sahibi olmak istiyorlardı. Her şeye kendi karar veren Şah rejimi, bu sözünü ettiğim kesim için bir engeldi. Onlar daha da zengin olabilmek için eşitlik, demokrasi talep ediyorlardı.

(…)

Humeyni Paris’e yerleştikten sonra yaptığı açıklamalarla bir anda dünya basınının odak noktası oldu. İşkencelerin sona ermesi, gizli servisin kaldırılması, İran’a demokrasinin gelmesi, kadınlara eşit haklar verilmesi gibi, herkesin şaşkınlıkla karşıladığı açıklamalar yapıyordu. Bütün dünya Humeyni’yi konuşur olmuştu. İranlı solcuların veya aydınların büyük bir kısmı Humeyni’yi desteklemeye başladılar. Humeyni modern, demokrat bir din adamı olarak görülüyordu.

Allah Allah, Humeyni’nin bu tavırları bana bizdeki modern ve demokrat görünümlü bir dinî cemaat liderini hatırlattı. Bu cemaat lideri de aynen Humeyni'nin o dönem yaptığı gibi yurt dışında yaşıyor ve bizdeki bazı liberal “aydınlardan” destek görüyor. Allah hayra çıkarsın. Devam:

İşte bu gelişmelerle birlikte İran’daki İslâmî kesim ön plana çıkmaya, Şah’a karşı ayaklanmada öncü rolü oynamaya başladı. İran’daki binlerce din adamı camilerdeki vaazlarında halkı Şah’a karşı ayaklanmaya katılmaya, isyana çağırmaya başladılar. Bu arada Humeyni’nin kendi sesinden kasetleri de kaçak yollardan sık sık ülkeye sokuluyor, bu kasetler bir anda binlerce camiye dağıtılıyordu. Camiler parti merkezlerine dönüşmüştü ve çok iyi organize olmuşlardı. Şah’a karşı ayaklanan diğer güçler, Humeyni yandaşları kadar organize ve disiplinli değillerdi.

Humeyni ve yüz binlerce molla artık Şah’a karşı ayaklanmada itici ve belirleyici güç hâline gelmişlerdi. Dizginler onların eline geçmişti. Biz ise hâlâ Humeyni’nin demokrat bir din adamı olduğuna inanıyor, “Şah devrilsin yeter,” diyorduk.

Nirumand’ın dediğine göre İran-Irak savaşı Humeyni’nin yerini daha da sağlamlaştırmış. Gerçi bizde savaş yok, ama onun yerine Ergenekon var:

(…) Humeyni’nin kendisi bu savaş için “Allah’ın lütfu” derdi. Milyonlarca İranlı genç, bütün millet, bu savaş için seferber oldu. Molla rejiminin baskıları ikinci plana itildi, hatta unutuldu. Savaşa ya da molla rejimine karşı çıkan on binlerce İranlı ise derhal idam edildi. Yani savaş, bir yandan İran halkının molaların peşinde bütünleşmesini sağladı, diğer yandan molla rejimine karşı olanların savaş bahane edilerek yok edilmesine hizmet etti.

Ben yazıyı okurken bazı yerlerin bizdeki duruma benzer olduğunu düşünmeden edemedim. O dönem İran’da Şah’a karşı çıkan solcuların ve aydınların gösterdikleri tavır ve mollalar hakkındaki düşünceleri bana bizdeki birtakım kişileri hatırlattı. Acaba evham mı diye düşünüyorum. Ama bizdekilerin İran’daki solcu ve aydınlar kadar “saf” olduklarını hiç sanmıyorum. Eh, bakalım yarın öbür gün Türkiye’de İslâmî bir rejim kurulursa ya da bizim İslâmcılar toplumu istedikleri şekle sokarlarsa ne olacak? Bunlar şimdi kendilerine destek veren bu tiplere yardımlarından dolayı minnet duyacaklar mı, yoksa molla yöntemini mi tercih edecekler? Belki bizdeki sözde aydınlar işi en baştan sağlama alıp doğrudan molla olur ve namaz kılmaya başlarlar, kim bilir.


5 comments:

Lapis lazuli said...

Murat Birsel beni cok sasirtti, eger hafizam beni yaniltmiyorsa yillar once Kavaklidere saraplari icin calisiyor, sarap pazarliyordu, Tayyibe Gulek ile evliydi, hani Kazim Gulek'in kizi.
Iyi biliyorum, birlikte yemek yemisligimiz, onunla is yapmisligim var, uzun yillar oldu yanilmis olabilir miyim ki... Demek AKP yandasligi yapip boyle namaz yazilari yaziyor, Turkiye'deki degisime cok iyi ornek oldu bana, O boyle olduysa,gerisine hic sasirmiyayim ben!
Ya da baska biriydi o, hafizam oyun oynuyor bana...

bliyaal said...

Birsel’in şarap pazarlama meselesini bilmiyorum, ama Tayyibe Gülek ile eskiden evliymiş. İnternette gördüm. Açıkçası namaz yazısını görünce ben de şaşırdım. Olmayacak bir şekilde yazılmış. Maalesef bazıları AKP iktidara geldikten sonra rüzgar o yandan esiyor deyip böyle davranmaya başladılar. Halbuki destek vermenin de bir usulü vardır. Birsel’in yaptığı ise çok bayağı olmuş.

Alp ve Ege'nin Annesi said...

Yok yok biz aslaaa Iran olmayiz!...akepe demokrasi bayragini aldi, allah alllaahhh sesleriyle ilerliyor sadece!!!MB yaniltmadi, sadece demek ki o da numariciymis dedirtti...

bliyaal said...

Murat Birsel şimdi Cnbc-e'de imiş. Dün gördüm. Ama ne program yaptığına bakmadım, sadece şöyle tesadüf eseri göz ucuyla gördüm.

Biz İran olmayız valla, zira İran uzaya kendi uydusunu gönderdi. Biz ise hâlâ İstanbul'da çamur ve trafik sıkışıklığı içinde debeleniyoruz.

Lapis lazuli said...

Ben de merak ettim de baktim simdi, Son Baski diye bir ekonomi programi sunuyormus, ekonomideki son gelismeler, yorumlar falan! Sasirmamak mumkun degil...