HANGİ MARX?
Dört sene kadar önce master tezimi Marx üzerine yazmıştım. Lisans bölümünde sürekli olarak ana-akım iktisat okulları okutulduğundan, özellikle Marksist iktisat gibi heterodoks bir okulun aynı iktisadî meseleler üzerine neler söylediğini merak ediyordum. Bana göre, öğrencilere ders anlatılırken bütün görüşler tarafsız bir şekilde aktarılmalı, sonra öğrenciler kendi tercihlerini yapmaya bırakılmalıydı.
Beni Marx ile tanıştıran son sınıftaki iktisat derslerine giren yaşlı bir solcu hoca olmuştu. Derste isim vermeden tarihsel materyalizmi anlatıyordu. Konuyu merak edip araştırınca, içinden sakallı Marx amcam çıktı. Solcu hocaya gelince; kendisi paralı eğitime karşı çıkıyordu, ama askerden döndüğümde özel bir üniversiteye geçtiğini öğrendim. Ah, bizim solcular!
Tezi yazmak zor olmuştu, zira danışmanım Marksist iktisat namına bir şey bilmiyordu. Bir defasında gidip, literatürde “Transformasyon Sorunu” olarak bilinen bir meseleyi sorasım geldi. Ne dese beğenirsiniz? “Sen hele tezi bir yaz, sonra biz bakarız.” Yahu, meseleyi çözmeden tezi nasıl yazacağım? Ona rağmen tezi yazmayı başardım. Savunmayı da verdim, çünkü konuyu benden başka bilen yoktu!
Tezi bitirdikten sonra Marksist iktisat ile ilgilenmeye devam ettim. Hatta işin matematik kısmına dalmaktan dahi çekinmedim. Gerçi, kimi zaman Marx’ın devasa eseri Kapital’i okurken içinden çıkamadığım yerler ile karşılaştığımda küfür ettiğim oluyordu, ama “Elhamdülillah komünisttik.”
Dört sene kadar önce master tezimi Marx üzerine yazmıştım. Lisans bölümünde sürekli olarak ana-akım iktisat okulları okutulduğundan, özellikle Marksist iktisat gibi heterodoks bir okulun aynı iktisadî meseleler üzerine neler söylediğini merak ediyordum. Bana göre, öğrencilere ders anlatılırken bütün görüşler tarafsız bir şekilde aktarılmalı, sonra öğrenciler kendi tercihlerini yapmaya bırakılmalıydı.
Beni Marx ile tanıştıran son sınıftaki iktisat derslerine giren yaşlı bir solcu hoca olmuştu. Derste isim vermeden tarihsel materyalizmi anlatıyordu. Konuyu merak edip araştırınca, içinden sakallı Marx amcam çıktı. Solcu hocaya gelince; kendisi paralı eğitime karşı çıkıyordu, ama askerden döndüğümde özel bir üniversiteye geçtiğini öğrendim. Ah, bizim solcular!
Tezi yazmak zor olmuştu, zira danışmanım Marksist iktisat namına bir şey bilmiyordu. Bir defasında gidip, literatürde “Transformasyon Sorunu” olarak bilinen bir meseleyi sorasım geldi. Ne dese beğenirsiniz? “Sen hele tezi bir yaz, sonra biz bakarız.” Yahu, meseleyi çözmeden tezi nasıl yazacağım? Ona rağmen tezi yazmayı başardım. Savunmayı da verdim, çünkü konuyu benden başka bilen yoktu!
Tezi bitirdikten sonra Marksist iktisat ile ilgilenmeye devam ettim. Hatta işin matematik kısmına dalmaktan dahi çekinmedim. Gerçi, kimi zaman Marx’ın devasa eseri Kapital’i okurken içinden çıkamadığım yerler ile karşılaştığımda küfür ettiğim oluyordu, ama “Elhamdülillah komünisttik.”
Geçen hafta kitapçıları gezerken, Marx’ın takma adı “Tussy” olan en küçük kızı Elenor Marx’ın biyografisinin çıktığını gördüm (“Tussy Marx: Babasının Kızı”, Eva Weissweiler, Çev: Aysın Önen, İstanbul: Çitlembik Yayınları, 2006). Hemen aldım. Kitabın orijinali Almanca, İngilizce’ye çevrilmemiş. Tussy’nin yaşamından ziyade, Marx hakkındaki kimi ayrıntılar dikkatimi çekti. Proletaryanın savunucusu Marx, özel hayatında hiç de hayran olunacak bir insan değilmiş. Bazı yerleri aktarayım:
Ailenin maddî durumu kötü olduğundan, Marx’ın eşi Jenny 1850 yılında Marx’ın eniştesinden yardım istemek için Hollanda’ya gider. Metinden devam edelim:
“ […] Jenny’yi Londra’da kara haberler beklemektedir. Henüz emzikteki hasta bebek Guido zatürree, sadık hizmetçi ve dadı Helene ise hamiledir. Üstelik çocuk Marx’tandır. İnanılmaz bir utanç içinde çırpınan Marx, suçu Engels’in üzerine atmaya çalışır.
“Daha sonra Jenny, anılarını kaleme alırken “1851 yazının başlarında, burada daha derin ele alamayacağım, ama iç ve dış dünyamızdaki dertleri katmerleyen bir olay daha yaşandı,” diye yazacaktır.
(…)
“Günbegün çaresizce hizmetçinin hamileliğinin seyrini en yakından izlemek zorunda kalmak: Bir kazanın, hiçbir anlam taşımayan ve Helene ile Jenny arasında kalıcı bir düşmanlık yaratmayacak bir kaçamağın sonucu olsa da, Marx, eşi için daha büyük bir aşağılama sahnesi hazırlayamazdı herhalde.
(…)
“Yaklaşık üç ay sonra, 23 Haziran 1851’de Helene Demuth da doğum yaptı ve bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Sözde babası Friedrich Engels’e ithafen “Frederick” adı verilen çocuk Marx’a çok benziyordu: Esmer teni, koyu renk gözleri ve saçlarıyla Yahudi özellikleri taşıyordu. Marx’a, sadakatsizliğini olduğu kadar, bütün benliğiyle nefret ettiği Yahudi kökenini de hatırlatmaktaydı. Diğer çocuklarının hiçbirisi kendisine bu kadar benzemiyordu.
“Frederick’in evde kalmasına izin yoktu. Bunun nedeni, Helene’nin zamanını ev işleri yerine bebeği emzirmek ve bez değiştirmeye harcamasından ziyade, çocuğun varlığının Marxların evinde yarattığı tahammülsüzlüktü. Çocuk alelacele, erkeklerin gün ağarmadan iş beklemeye başladığı, kadınların açlık sınırının altındaki ücretlerle terzihanelerde çalıştığı ve çocukların gündüz evde yalnız başlarına kaldığı, kötü şöhretli tersaneler bölgesi olan East End’de yaşayan Lewis Ailesi’nin yanına verildi. Mucize eseri Frederick hayatta kaldı. Babasının güçlü fiziğini miras aldığı ve Engels, çocuk Lewislerde açlıktan ölmesin diye düzenli olarak para gönderdiği içindir belki.” (s. 14-6)
İşte bir tane daha: 1861 yılında Prusya kralı I. Wilhelm bütün siyasî göçmenler için af çıkarınca, Marx da uzun zamandan beri planladığı anne ziyaretini gerçekleştirmek ve miras payını peşinen istemek için yolculuğa çıkar. Önce Hollanda’ya uğrayıp teyzesinin eşini ziyaret eder:
“Philipslerin Nanette adında bir kızları vardı. Yirmi yedi yaşında, güzel, siyah saçlı, koyu renk gözlü, egzotik bir kızdı, ama Hollanda taşrasında küçük bir köy olan Zaltbommel’de bozulma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Kuzen Marx ona açık açık kur yaptı, onunla Waal kıyısında yürüyüşlere çıktı ve yolculuğunun Almanya’da geçen kısmı boyunca ona uzun mektuplar yazdı. Bu arada Jenny nafile mektup beklemekteydi. Marx’ın nerede olduğunu bilmiyor, bir Prusya hapishanesine düştüğünden endişeleniyordu. Üstelik, kendisi gibi çiçek hastalığına yakalanan ve korkutucu biçimde hayaller gören, şarkılar söyleyen, ağlayan, tepinen Helene Demuth’a tek başına bakmak zorundaydı.
“Jenny, Engels’e yazdığı mektubunda, “Hepimiz gerçekten endişeli günler ve geceler geçiriyoruz. Benim endişem iki kat daha fazla, çünkü Karl’ın nasıl olduğunu, Berlin’de mi, yoksa başka bir yerde mi olduğunu hiç bilmiyorum. Bugün de mektup alamadım," diyordu.
“Bu arada altı yaşında olan Tussy de sevgili “dada”sından aylarca haber alamamıştı; ne bir mektup, ne bir kartpostal. Marx, vasiyet ve af işleriyle ilgileniyor olması gerekirken, güzel kuzeninin yanında Hollanda’da bulunduğunun hiçbir biçimde açığa çıkmasını istemiyordu. Nihayet Berlin’e doğru yola çıktığında, Trier’deki annesinin yanında mola verdi. Sıcak bir karşılama olmuştu. Bu belki biraz da Philips’in aracılık yapmış olmasından kaynaklanıyordu. Yıllarca aşağılayarak “moruk” dediği kadının “çok ince esprileri” ve “sarsılmaz sağlamlıkta karakteri” ile kendisini derinden etkilediğini, üstelik Lassalle’a, yazdı. Annesi, sevgili oğlunun yeni tavrına duyduğu şükranı göstermek için eski borç senetlerinden bazılarını yırtıp attı.” (s. 46)
Ailenin maddî durumu kötü olduğundan, Marx’ın eşi Jenny 1850 yılında Marx’ın eniştesinden yardım istemek için Hollanda’ya gider. Metinden devam edelim:
“ […] Jenny’yi Londra’da kara haberler beklemektedir. Henüz emzikteki hasta bebek Guido zatürree, sadık hizmetçi ve dadı Helene ise hamiledir. Üstelik çocuk Marx’tandır. İnanılmaz bir utanç içinde çırpınan Marx, suçu Engels’in üzerine atmaya çalışır.
“Daha sonra Jenny, anılarını kaleme alırken “1851 yazının başlarında, burada daha derin ele alamayacağım, ama iç ve dış dünyamızdaki dertleri katmerleyen bir olay daha yaşandı,” diye yazacaktır.
(…)
“Günbegün çaresizce hizmetçinin hamileliğinin seyrini en yakından izlemek zorunda kalmak: Bir kazanın, hiçbir anlam taşımayan ve Helene ile Jenny arasında kalıcı bir düşmanlık yaratmayacak bir kaçamağın sonucu olsa da, Marx, eşi için daha büyük bir aşağılama sahnesi hazırlayamazdı herhalde.
(…)
“Yaklaşık üç ay sonra, 23 Haziran 1851’de Helene Demuth da doğum yaptı ve bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Sözde babası Friedrich Engels’e ithafen “Frederick” adı verilen çocuk Marx’a çok benziyordu: Esmer teni, koyu renk gözleri ve saçlarıyla Yahudi özellikleri taşıyordu. Marx’a, sadakatsizliğini olduğu kadar, bütün benliğiyle nefret ettiği Yahudi kökenini de hatırlatmaktaydı. Diğer çocuklarının hiçbirisi kendisine bu kadar benzemiyordu.
“Frederick’in evde kalmasına izin yoktu. Bunun nedeni, Helene’nin zamanını ev işleri yerine bebeği emzirmek ve bez değiştirmeye harcamasından ziyade, çocuğun varlığının Marxların evinde yarattığı tahammülsüzlüktü. Çocuk alelacele, erkeklerin gün ağarmadan iş beklemeye başladığı, kadınların açlık sınırının altındaki ücretlerle terzihanelerde çalıştığı ve çocukların gündüz evde yalnız başlarına kaldığı, kötü şöhretli tersaneler bölgesi olan East End’de yaşayan Lewis Ailesi’nin yanına verildi. Mucize eseri Frederick hayatta kaldı. Babasının güçlü fiziğini miras aldığı ve Engels, çocuk Lewislerde açlıktan ölmesin diye düzenli olarak para gönderdiği içindir belki.” (s. 14-6)
İşte bir tane daha: 1861 yılında Prusya kralı I. Wilhelm bütün siyasî göçmenler için af çıkarınca, Marx da uzun zamandan beri planladığı anne ziyaretini gerçekleştirmek ve miras payını peşinen istemek için yolculuğa çıkar. Önce Hollanda’ya uğrayıp teyzesinin eşini ziyaret eder:
“Philipslerin Nanette adında bir kızları vardı. Yirmi yedi yaşında, güzel, siyah saçlı, koyu renk gözlü, egzotik bir kızdı, ama Hollanda taşrasında küçük bir köy olan Zaltbommel’de bozulma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Kuzen Marx ona açık açık kur yaptı, onunla Waal kıyısında yürüyüşlere çıktı ve yolculuğunun Almanya’da geçen kısmı boyunca ona uzun mektuplar yazdı. Bu arada Jenny nafile mektup beklemekteydi. Marx’ın nerede olduğunu bilmiyor, bir Prusya hapishanesine düştüğünden endişeleniyordu. Üstelik, kendisi gibi çiçek hastalığına yakalanan ve korkutucu biçimde hayaller gören, şarkılar söyleyen, ağlayan, tepinen Helene Demuth’a tek başına bakmak zorundaydı.
“Jenny, Engels’e yazdığı mektubunda, “Hepimiz gerçekten endişeli günler ve geceler geçiriyoruz. Benim endişem iki kat daha fazla, çünkü Karl’ın nasıl olduğunu, Berlin’de mi, yoksa başka bir yerde mi olduğunu hiç bilmiyorum. Bugün de mektup alamadım," diyordu.
“Bu arada altı yaşında olan Tussy de sevgili “dada”sından aylarca haber alamamıştı; ne bir mektup, ne bir kartpostal. Marx, vasiyet ve af işleriyle ilgileniyor olması gerekirken, güzel kuzeninin yanında Hollanda’da bulunduğunun hiçbir biçimde açığa çıkmasını istemiyordu. Nihayet Berlin’e doğru yola çıktığında, Trier’deki annesinin yanında mola verdi. Sıcak bir karşılama olmuştu. Bu belki biraz da Philips’in aracılık yapmış olmasından kaynaklanıyordu. Yıllarca aşağılayarak “moruk” dediği kadının “çok ince esprileri” ve “sarsılmaz sağlamlıkta karakteri” ile kendisini derinden etkilediğini, üstelik Lassalle’a, yazdı. Annesi, sevgili oğlunun yeni tavrına duyduğu şükranı göstermek için eski borç senetlerinden bazılarını yırtıp attı.” (s. 46)
Az zampara değilmiş Marx! Ölümünden sonra başka işleri de meydana çıkmış. İşte:
“ [Tussy] Mektupları gözden geçirirken daha evvel bu netlikle göremediği bazı şeyleri fark eder: mesela, anne ve babasının hemfikir olarak “Itzig”, “Yahudicik” veya “Arap Yahudisi” şeklinde bahsettikleri Lassalle hakkındaki korkunç ifadeleri. İnanılmaz nefret tiratlarını. Zaman zaman müstehcenliğe varan küfürleri. Bunların kesinlikle ortaya çıkmaması gerekmektedir, en azından şimdilik. Çünkü 1875’teki “Gotha Programı”ndan beri Marx ve Lassalle, Alman Sosyalist Partisi’nin babası kabul edilmektedir. Bu mektupların yayınlanması “hareket”e çok büyük zarar verecek ve Almanya’daki “Yahudi Karşıtları”na sevinçten naralar attıracaktır. Kendisi saf Yahudi kökenli olan Marx, Lassalle’a “Arap Yahudisi” mi demiştir? “Antisemitist” düşünce bundan büyük bir destek bulabilir mi? Tüm tutucu gazeteler, muhtemelen sosyalist gazeteler de, bununla ilgili yazılarla dolup taşacaktır.
“Laura’ya, “Aslında bütün özel yazışmaları kenara ayırıyorum. Onlar sadece bizi ilgilendirir, sonra bir ara düzenlenirler,” diye yazar.
“Mektupların arasında onu üzen bir şey daha vardır: anne ve babasının Engels’den bahsederken, onun burjuva kökeni, tacirliği, alkol sevgisi ve basit, İrlandalı fabrika işçisi kadınları hakkındaki küçümseyici, hatta bazen düşmanca ifadeleri. Annesi Jenny, onun iki hayat arkadaşı Mary ve Lizzy Burns kardeşleri hiçbir zaman tam olarak kabul edememiştir. Eğitimleri, “kültürleri” yoktur, okuma-yazma bilmezler. Ayrıca Engels’le “doğru düzgün” evlenmemişlerdir. Seyahate çıktığında eşine, Engels ve “karısı”na selamını söylemesini yazar: “Karısı” tırnak içindedir.
“Bu çok inciticidir. Ölenlere duyduğu bütün saygı ve sevgiye rağmen. Nitekim, Marx’ın eserini, hatta bütün ailesini desteklemek için Engels daima her şeyi yapmamış mıdır? Karlsbad seyahatini, Laura’nın balayı gezisini, müzik ve spor öğretmenini, balo kıyafetlerini, kömürü ve şarap faturalarını, evlerinin kirasını, annesinin boşuna da olsa pahalı kaplıca konaklamalarını o karşılamamış mıdır? Cezayir, Leman gölü ve Monako seyahatlerini Engels finanse etmiştir. Ayrıca cenaze masraflarını da üstlenmiş ve Marx’ın vefatından sonraki ilk aylarda maddi desteğini Tussy’den sakınmamıştır.
“Laura’ya yazdığı mektupta, “İyi kalpli Generalimizin onu üzecek hiçbir şey görmemesine son derece dikkat edeceğimi söylememe gerek yok,” der.
“Bunun tek anlamı, bazı mektupların kenara ayrılacağı ve yok edileceği olabilir. Dolayısıyla, Jenny ve Karl Marx arasındaki yazışmaların çok büyük ihtimalle son derece küçük bir kısmının bugüne ulaştığını varsayabiliriz.” (s. 180-1)
Benim için özellikle ilginç olanı Kapital hakkında yazılanlardı:
“ […] Fakat, daha önce söylendiği gibi, kitabın elyazması notları tam bir karmaşadan ibarettir. Yani, aslında ortada doğru düzgün bir müsvedde de yoktur; daha çok bir kağıt yığını ve onların üzerine alınmış notlar vardır. Kitabın çıkışını hararetle duyuran Engels hayal kırıklığına uğrar, çünkü Marx 1865’ten beri kitabın birkaç düzeltme dışında hazır olduğu garantisini verip durmuştur ona. Koca bir yalan, ya da daha yumuşak bir deyişle, kitabı hazırlamakta ne kadar zorlandığını, yavaş kaldığını muhtemelen kendisinden de saklamak için uydurduğu bir kılıf.
“ […] Böylece Tussy ve Engels dişlerini tırnaklarına takıp çalışmaya başlar; “aşırı noksan taslak”ı bir kitap hâline getirmeye çabalar, değişiklikler yapar, başlıkları değiştirir, dipnotları normal metne dönüştürür, yorum ekler, pek çok şeyi eler, bağlantılar kurar, tarzı, hatta bazen içeriği değiştirir, olguları ve yabancı dilde alıntıları düzeltirler. Müdahalenin ne boyutta olduğu ancak 1993 yazında taslağın orijinal elyazması yayınlandığında ortaya çıkacaktır.
“Engels, Marx’ın “ruhuna” sadık kalmaya gayret etmiş, Tussy de elinden geldiği kadarıyla ona destek olmuştur. Yine de, Kapital’in ikinci kitabını “hakiki Marx eseri olarak” nitelendirmek gerçekten mümkün müdür? Yoksa, daha çok Engels-Tussy ortak yapımı mıdır?
“ [Engels] Yıllarca, hatta onlarca yıl boyunca hayatının en büyük eserini kaleme alabilmesini sağlamak için Marx’a büyük miktarlarda maddi destek sağlamıştır. Sonuç? Ortaya, karmakarışık bir kağıt yığını, “büyük bölümü, değil dil olarak, nesnel açıdan bile tam anlamıyla işlenmemiş, (…) açıklayıcı materyali toplanmış, ama değil üzerinde çalışmak, neredeyse gruplandırılmamış, bölüm sonlarında bir sonraki bölüme geçme baskısıyla genellikle sadece birkaç bölük pörçük cümle kurulmuş (…), neticede de ünlü yazar için bile zaman zaman okunması mümkün olmayan bir elyazması ortaya çıkmış.” ”(s. 181-3)
“ [Tussy] Mektupları gözden geçirirken daha evvel bu netlikle göremediği bazı şeyleri fark eder: mesela, anne ve babasının hemfikir olarak “Itzig”, “Yahudicik” veya “Arap Yahudisi” şeklinde bahsettikleri Lassalle hakkındaki korkunç ifadeleri. İnanılmaz nefret tiratlarını. Zaman zaman müstehcenliğe varan küfürleri. Bunların kesinlikle ortaya çıkmaması gerekmektedir, en azından şimdilik. Çünkü 1875’teki “Gotha Programı”ndan beri Marx ve Lassalle, Alman Sosyalist Partisi’nin babası kabul edilmektedir. Bu mektupların yayınlanması “hareket”e çok büyük zarar verecek ve Almanya’daki “Yahudi Karşıtları”na sevinçten naralar attıracaktır. Kendisi saf Yahudi kökenli olan Marx, Lassalle’a “Arap Yahudisi” mi demiştir? “Antisemitist” düşünce bundan büyük bir destek bulabilir mi? Tüm tutucu gazeteler, muhtemelen sosyalist gazeteler de, bununla ilgili yazılarla dolup taşacaktır.
“Laura’ya, “Aslında bütün özel yazışmaları kenara ayırıyorum. Onlar sadece bizi ilgilendirir, sonra bir ara düzenlenirler,” diye yazar.
“Mektupların arasında onu üzen bir şey daha vardır: anne ve babasının Engels’den bahsederken, onun burjuva kökeni, tacirliği, alkol sevgisi ve basit, İrlandalı fabrika işçisi kadınları hakkındaki küçümseyici, hatta bazen düşmanca ifadeleri. Annesi Jenny, onun iki hayat arkadaşı Mary ve Lizzy Burns kardeşleri hiçbir zaman tam olarak kabul edememiştir. Eğitimleri, “kültürleri” yoktur, okuma-yazma bilmezler. Ayrıca Engels’le “doğru düzgün” evlenmemişlerdir. Seyahate çıktığında eşine, Engels ve “karısı”na selamını söylemesini yazar: “Karısı” tırnak içindedir.
“Bu çok inciticidir. Ölenlere duyduğu bütün saygı ve sevgiye rağmen. Nitekim, Marx’ın eserini, hatta bütün ailesini desteklemek için Engels daima her şeyi yapmamış mıdır? Karlsbad seyahatini, Laura’nın balayı gezisini, müzik ve spor öğretmenini, balo kıyafetlerini, kömürü ve şarap faturalarını, evlerinin kirasını, annesinin boşuna da olsa pahalı kaplıca konaklamalarını o karşılamamış mıdır? Cezayir, Leman gölü ve Monako seyahatlerini Engels finanse etmiştir. Ayrıca cenaze masraflarını da üstlenmiş ve Marx’ın vefatından sonraki ilk aylarda maddi desteğini Tussy’den sakınmamıştır.
“Laura’ya yazdığı mektupta, “İyi kalpli Generalimizin onu üzecek hiçbir şey görmemesine son derece dikkat edeceğimi söylememe gerek yok,” der.
“Bunun tek anlamı, bazı mektupların kenara ayrılacağı ve yok edileceği olabilir. Dolayısıyla, Jenny ve Karl Marx arasındaki yazışmaların çok büyük ihtimalle son derece küçük bir kısmının bugüne ulaştığını varsayabiliriz.” (s. 180-1)
Benim için özellikle ilginç olanı Kapital hakkında yazılanlardı:
“ […] Fakat, daha önce söylendiği gibi, kitabın elyazması notları tam bir karmaşadan ibarettir. Yani, aslında ortada doğru düzgün bir müsvedde de yoktur; daha çok bir kağıt yığını ve onların üzerine alınmış notlar vardır. Kitabın çıkışını hararetle duyuran Engels hayal kırıklığına uğrar, çünkü Marx 1865’ten beri kitabın birkaç düzeltme dışında hazır olduğu garantisini verip durmuştur ona. Koca bir yalan, ya da daha yumuşak bir deyişle, kitabı hazırlamakta ne kadar zorlandığını, yavaş kaldığını muhtemelen kendisinden de saklamak için uydurduğu bir kılıf.
“ […] Böylece Tussy ve Engels dişlerini tırnaklarına takıp çalışmaya başlar; “aşırı noksan taslak”ı bir kitap hâline getirmeye çabalar, değişiklikler yapar, başlıkları değiştirir, dipnotları normal metne dönüştürür, yorum ekler, pek çok şeyi eler, bağlantılar kurar, tarzı, hatta bazen içeriği değiştirir, olguları ve yabancı dilde alıntıları düzeltirler. Müdahalenin ne boyutta olduğu ancak 1993 yazında taslağın orijinal elyazması yayınlandığında ortaya çıkacaktır.
“Engels, Marx’ın “ruhuna” sadık kalmaya gayret etmiş, Tussy de elinden geldiği kadarıyla ona destek olmuştur. Yine de, Kapital’in ikinci kitabını “hakiki Marx eseri olarak” nitelendirmek gerçekten mümkün müdür? Yoksa, daha çok Engels-Tussy ortak yapımı mıdır?
“ [Engels] Yıllarca, hatta onlarca yıl boyunca hayatının en büyük eserini kaleme alabilmesini sağlamak için Marx’a büyük miktarlarda maddi destek sağlamıştır. Sonuç? Ortaya, karmakarışık bir kağıt yığını, “büyük bölümü, değil dil olarak, nesnel açıdan bile tam anlamıyla işlenmemiş, (…) açıklayıcı materyali toplanmış, ama değil üzerinde çalışmak, neredeyse gruplandırılmamış, bölüm sonlarında bir sonraki bölüme geçme baskısıyla genellikle sadece birkaç bölük pörçük cümle kurulmuş (…), neticede de ünlü yazar için bile zaman zaman okunması mümkün olmayan bir elyazması ortaya çıkmış.” ”(s. 181-3)
Bundan böyle Kapital’in ikinci ve üçüncü ciltlerinin büyük ölçüde Engels’in elinden çıktığını kabul edeceğim. Rahatlıkla diyebiliriz ki, Engels olmasaydı Marx diye bir adam olmazdı. Diğer yandan, Engels’in de bazı işçi kadınlar ile kaçamakları olmamış değil.
Marx’ın eşini aldatması ve yaptığı zamparalık içimi bulandırdı. Hâl böyleyken, bir kişinin sadece eserlerine bakıp özel hayatını görmezden gelmek çok zor. Fikirler ve özel hayat arasında bir ayrım yapmakta zorlanıyorum. Kendi hayatında dürüst olmayan birinin, fikirlerini ortaya koyarken dürüst olmasını nasıl bekleyebiliriz?
Tussy’e gelince, maalesef 1898’de ağır bir depresyon geçirerek intihar etmiş. 19. yüzyıldaki işçi hareketinin babası, emekçiler için daha iyi bir dünya özlemini dile getiren Marx, evlatlarına iyi bir yaşam sunamamış. Londra’da iken Marx’ın eşi, hamile bıraktığı hizmetçisi Helene ve çocukları ile birlikte gömüldüğü mezarını iki defa ziyaret etmiştim. Her defasında mezarın önünde kırmızı güller vardı. Onları bırakanların kaçı yukarıda yazdıklarımı biliyordu acaba?
Marx’ın eşini aldatması ve yaptığı zamparalık içimi bulandırdı. Hâl böyleyken, bir kişinin sadece eserlerine bakıp özel hayatını görmezden gelmek çok zor. Fikirler ve özel hayat arasında bir ayrım yapmakta zorlanıyorum. Kendi hayatında dürüst olmayan birinin, fikirlerini ortaya koyarken dürüst olmasını nasıl bekleyebiliriz?
Tussy’e gelince, maalesef 1898’de ağır bir depresyon geçirerek intihar etmiş. 19. yüzyıldaki işçi hareketinin babası, emekçiler için daha iyi bir dünya özlemini dile getiren Marx, evlatlarına iyi bir yaşam sunamamış. Londra’da iken Marx’ın eşi, hamile bıraktığı hizmetçisi Helene ve çocukları ile birlikte gömüldüğü mezarını iki defa ziyaret etmiştim. Her defasında mezarın önünde kırmızı güller vardı. Onları bırakanların kaçı yukarıda yazdıklarımı biliyordu acaba?
9 comments:
İlginç!
arkadaşım insanlar marx'ın özel yaşantısına bakmıyor. hem kimi ilgilendirir ki. önemli olan onun insanlığa vermiş olduğu eserlerdir.
smith'in yada maslow'un özel hayatından birşey duydun mu hiç?
ama yazık ki o kadar marx'ı incelemiş, tez hazırlamışsın onun ama helena ile ilişkisini yazmışsın. çok komik aslında, sanırım insanımızın geri kalmışlığını bir nebze olsun bu durum açıklıyor.
Marx çocuklarına birşey bırakamamış, çünkü yıllarını, ömrünü "Das Kapital"i yazmaya harcamıştır. Zaten para kazanıp çocuklarına servet bırakma fikri olsa idi "Karl Marx" olmazdı. [ -Belli ki Helena'ya fazla takılmışsın Marx'ı okusan 'parasızlığını' yazmazdın. ]
Belki senin yada o solcu hoca gibi bişey olurdu.
Lise çocukları bile Marksizm'de özel mülkiyetin olmadığını bilir. Cidden yazın çok komik. Çok cahilsin çooookk.
Sokaklarda parasızlıktan okuyamayan o kadar çok insan var ki. Kadere bak ki senin gibiler o imkanı bulup, Helena'ya sarıyor, o çocuklar da okula giderken giyecek ayakkabısı yok.
Derler ya "Eğitim cehaleti alır ama eşeklik baki kalır."
ah arkadaşım ah...
tek bir kaynaktan okumak ve ona inanmak! ne tuhaf...
yöntemine bayıldım. Bir kiatp oku ve ona inan. çok kompleks bir düşünce sistemi.
belki bize dönüşüm sorunundan, ranttan, kar oranlarının düşme eğiliminden falanda bahsedersin...hani senin bi solcu hocan vardı ya.. hani o derin tarihsel belgeleri aktarmaya başlamadan önceki hocan. İşte ona pek benzemeyen fakat sana çok benzeyen bir arkadaşım vardı. çok az kitap okur, sistemli de okumaz ama garip bir ukalalığı ve kibirliliği vardı. arkadaşımı yitirdim... iyi çocuktu esasında. neyse mezarına uğradığımda gül yerine tezek bırakmışlardı mezarına
Marx; hizmetçisini hamile bırakmış, Muhammed; evlatlığının eşi ile evlenmş başka?
Yukarıda da bahsedilmiş, tek bir kaynaktan okuyup inanmak bilimsel bir araştırma yöntemiyle ne kadar bağdaşır? History Channel belgesellerinde de Lenin deli diye addedilir. Zizek'in dediği gibi "Komünizmi kötülemek için Marks, Lenin, Engels gibi isimler var ama kapitalizmi kötülemek için böyle isimler bulunmamakta."
Ne kadar cahilce bir yazı olmuş. Anılar kitabında daha önce duymadığım gizli saklı pek birşey yoktu. Belki o kuzen flörtü.
Ancak Marx grup yapsa ne farkeder ki?! Bu tip insanların özel hayatlarının tutarsız ve çalkantılı olması kadar doğal birşey bence yoktur. Kaç tane aşırı tutarlı düşünür veya filozof vardır. Emile'in yazarı Rousseau'nun, doğan çocuklarına bakmayıp onları çocuk esirgeme kurumuna bırakması, bu eseri pedagojinin devrimsel nitelikteki kitabı yapma özelliğini yitirtir mi?
Yapmayın lütfen, böyle 3-5 bilgiyle önemli adamları yorumlamayın...
Vay anasını, bizim solculuk oynayan gençler şimdi de marksın çükünü kolluyor.
sana ozan güven'den bir replikle cevap vereceğim sevgili yazar
"ben sana kimi sikiyosun diye soruyo muyum?"
Post a Comment