Thursday, May 10, 2007


OSMANLI’DA ÖĞRENCİ OLAYLARI: EŞCİNSELLİK VE OĞLAN ÇEKME

Son zamanlarda Gaykedi çocuk pornosu ile bizim halkın cinsel kaçıklıklarına değinince, ben de merak edip “Acaba ecdadımız bu gibi hâllere hiç düşmüş mü?” dedim. Biliyorsunuz, bu gibi sapıklıklar hep şu din dışı laik ve Kemalist düzenden kaynaklanıyor. Halbuki toplumumuz laik olmak yerine milli geleneklerimize ve dinine bağlı olsa, dindarların özgürlükleri kısıtlanmasa, İmam Hatipler gibi dini eğitim veren yerler olsa, Kuran kursları rahatça açılsa, başörtüsüne izin verilse, bu gibi olaylar hiç olmayacak. Bizim dincilerin pek bir sevdiği kudretli Osmanlı zamanında olur muydu bunlar hiç? Ne zaman ki cumhuriyet geldi, laiklik belası çıktı, işte o zaman memleketin düzeni bozuldu. Ama bakalım kazın ayağı öyle mi?

Celâli İsyanları üzerine detaylı bir kitabı olan Mustafa Akdağ’dan hareketle meseleye bakalım (“Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası”, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1975). Osmanlı üzerine iki kitabı daha olan Akdağ ne yazık ki çalışmalarını tamamlayamadan 1972’de ölmüş. Söz konusu kitabı bu isyanlar hakkında hâlâ temel bir eser. İşi medrese öğrencileri üzerinden ele alalım. Aşağıda anlatacaklarıma, Akdağ büyük boy kitabında toplam 130 sayfa ayırmış.

Her biri bir vakfın kurumu olan Anadolu ve Rumeli’deki medreseler, 16. yüzyıl başlarında öğrenci yığılmaları ile karşılaşıyor. Zira bu yüzyıl başlarında Osmanlı’daki ekonomik durum nedeniyle, köylerde geçim olanakları daralmış bulunuyor. Aileler çocuklarını medreselere göndererek, onlara gelecek sağlamaya çalışıyor. Lise çağındaki bu medrese öğrencilerine “suhte” deniliyor. Medreseleri bitirip diplomalı olanlar da devlet tarafından kadılık, naiplik, müderrislik, imamlık gibi görevlere atanıyorlar.

Tabii, bu medreseler yatılı. Öğrenciler “imaret” denilen öğrenci yurtlarında kalıyorlar. Bu yurtlara girmek için de ergenlik çağında olmak gerekiyor. Yalnız, bu yurtlar pek öyle güzel yerler değil. Nitekim Akdağ’ın dediğine göre, “16. yüzyıl medreselerini ve imaretlerini incelediğimizde, buralarda o kadar uzun yıllarını geçiren öğrencilerin, ruhsal bunalım içine yuvarlanmaktan kendilerini kurtaramayacak koşullar içinde yaşadıklarını görürüz,” (s. 154). Yurtlar hücrelere ayrılmış ve her odada 3 ilâ 5 öğrenci kalıyor. Yurt binaları dörtgen biçimindeki bir açıklığı çevreleyecek şekilde inşa edilmiş. Hücreler yan yana sıralanmış hâlde ve dış bahçeye ya da sokağa bakan küçük pencereleri var. Ancak duvarlar kalın olduğundan içeriye yeteri kadar ışık girmiyor. Akdağ'dan devam edelim:

“Ömürlerinin en genç ve kızgın çağını, bu dışa kapalı, dar, karanlık ve kubbe biçimindeki, tavanından karanlığın hayalleri sarkan bu hücrelerde geçirmek zorunda kalan öğrencilerin, ara sıra çıktıkları şehrin sokak ya da çarşı ve pazarları da, onların gençlik ihtiyaçlarına kesinlikle kapalı bulunuyordu. Gizli çalışan, yakalandıkça da şuraya buraya sürülen fahişeleri bulmak çok zor bir işti,” (s. 155). Çünkü bu gibi yerlerde asayişi sağlamakla görevli kişiler (subaşı, asesbaşı, asesler, yasakçılar) kimseye göz açtırmamaktadır. Üstelik bunlara bol para cezası kesme yetkisi de tanınmıştır. Bu yüzden kız ve erkekleri sokakta konuşurken, hatta bakışırken bile yakaladıklarında ceza kesiyorlardı.

Bu koşullar altında öğrenciler hem derslerine çalışacak iradeyi kendilerinde bulamıyor, hem de cinsel hayallerini kamçılar tarzda yapılmış olan hücrelerde kendilerini eşcinsel davranışlara kaptırıyorlar. Böylece eşcinsellik öğrenciler arasında yayılarak bir alışkanlık hâlini alıyor. Dahası, bu öğrenciler çarşıya çıktıklarında saldırgan, zorba ve eşkıya davranışlı oluyorlar. Asayişçiler ile çatıştıkları için de, bir yandan iyice azıtıyorlar, diğer yandan örgütlenip silahla karşı koymaya başlıyorlar. Akdağ, eğitiminin çoğunluğu günah-sevap konusu üzerine toplanmış olan, yani ahlâk amacı güden medrese derslerinin, bu olayları engelleyici hiçbir etkisinin olmadığına dikkati çekiyor. Tekrar Akdağ’dan devam edelim:

“Halk ağzında ve yazılı dilinde genel olarak “suhte” deyimi ile sözleri edilen medrese öğrencilerinin, genç çocuklar ile düşüp kalkmaları, toplum ahlâkını kemiren bir alışkanlık hâlinde sürüp gidiyordu. Yalnız bunlar değil, “levent” dediğimiz, köyden kente gelmiş, işsiz güçsüz dolaşan ve “bekâr odalarında” her türlü ahlâksızlığı yapmaktan çekinmeyen ergen kitleler de, bu doğa dışı cinsel sapıklıkları huy edinmişlerdi. Kadın-erkek ilişkilerini son derece kısıtlayan, hatta fahişeliğe bile göz yummayıp, bu gibi kadınları oradan oraya süren o dönemin yobazlığının, asayişçilerin cerime (para cezası) çıkarabilmek için, bir erkekle bir kadını konuşurken de olsa yakalayabilme gayretlerinin, suhte ve leventlerin bu söylediğimiz doğaya aykırı alışkanlıklarını bütün bütün kamçılamakta olduğu bir gerçektir. Bu incelediğimiz sıralarda, hatta birer meyhane gibi kullanılan bozahanelerin işleticileri, bu gibi yerlere doluşan ergen müşterileri için “taze oğlanlar” bulundurmakta ve yasakları da hiçe saymaktaydılar,” (s. 158). [Akdağ’ın fahişeliğe “göz yummamayı” yobazlık saydığına dikkatinizi çekerim.]

Hatta 16. yüzyılın ortalarında öğrenciler işi o kadar azıtıyorlar ki, şehir ve kasabalarda kızları ve oğlanları kaçırmaya başlıyorlar. Küçük gruplar ve bölükler hâlinde isyan hareketlerine girişiyorlar, soygun yapıyorlar. Öğrenci şefleri yönetiminde örgütleniyorlar. Birçok olayda, suhteler para ya da “taze oğullarını” vermekte zorluk çıkaranlara işkence yapıyorlar. Sinirlerini çıkarıyorlar, ellerini ve ayaklarını kesiyorlar. Kimilerini ayaklarından asıyorlar. Pek çok kişiyi katledip, birçok kişiyi ölene değin dövüyorlar.

Akdağ bu türden olayların Anadolu’nun verimli bölgelerinde yer alan şehir ve kasabalarda meydana geldiğini aktarıyor. Buralar medreselerin ve öğrenci yurtlarının kalabalık olarak bulunduğu yerler. Öğrenciler bölükler hâlinde köyleri ve evleri basıyorlar, malları yağmalıyorlar, parasına ve malına göz diktikleri zenginleri öldürüyorlar, yakışıklı ve güzel oğlanları kaçırıyorlar. Bu yakışıklı oğlanlara “sâderû” deniliyor. Kaçırma olayına ise “oğlan çekme” adı veriliyor. Hatta hamam basıp oğlan çekenler dahi var. Maalesef, bu olaylara hükümetten ve o yöredeki yetkililerden de karışanlar oluyor. Bu kişiler baskınlardan pay ya da rüşvet alıyor. Akdağ’dan devam (dili bir-iki yerde düzelttim):

“İmaretlerde yaşamlarının en genç ve cinsel yönden en bunalımlı dönemini geçirmek zorunda bulunan, sokakta kadın ya da kız yüzü görmelerine çağın “kaç göz” ya da “namahremlik” anlayışındaki pek sıkı kuralların engel olduğu bu insanlar, imaretlerinin ve medreselerinin “hücrelerinde” çirkin ahlâksızlıklarla kendilerini tatmine çalışırken, elbette kanlı olaylar çıkarmaktan da kendilerini alıkoyamıyorlardı. Sokakta şunun bunun gençlik çağına yeni girmiş ya da girmek üzere olan erkek çocuklarını Uludağ’a, ıssız bahçelere kaçırmak, hücrelere kapatmak, hamam yollarını gözetleyerek gelip giden kadın ve kızları önceden hazırladıkları eve, medreseye, imarete zorla götürüp içki içirmek yoluyla ırzlarına geçmek, şaşılmayacak günlük olaylardı. Nitekim mahkemelerde görülen pek çok cinayet, yaralama, fuhuş ve benzeri yargılanmalardan, bunlara ait olanlar az değildir.” (s. 192)

Akdağ bu olaylara sayfalar dolusu örnek veriyor. İki tanesini özetleyerek aktarayım:

Bursa zaimi, yani subaşısı Nebi bin Abdullah, 7 Temmuz 1572’de mahkemeye Ayşe ve Emine adında iki kadını çırılçıplak bir hâlde getiriyor. Kadınların anlattıklarına göre, hamamdan dönerken üç suhte yollarını kesiyor. Bıçak çekip kadınları korkutuyorlar ve akşam namazından sonra medreseye kapatıyorlar. Bütün giysilerini ve hamam takımlarını alıp, kadınları anadan doğma soyuyorlar. Gece ne olduğunu tahmin edersiniz. Belki yatsı namazı için ara vermiş olabilirler. Kadınlar sabaha karşı, öldürülmek üzere iken kaçmayı başarıyorlar. Attıkları çığlıklar üzerine mahalleli yardımlarına koşuyor. Mahkemede mahalleliler toplu hâlde şikayette bulunuyorlar. “Sözü geçen medresede bu tür ahlâksızlıklar hiç eksik olmuyor, içeride kopan feryatlardan evlerimizde oturamaz olduk, korkudan elimizden bir şey yapmak gelmiyor,” diyorlar. (s. 193)

Bir tane daha: Sonusa ve Samsun’daki suhteler Tokat’a bir sâderû (taze ve yakışıklı oğlan) getiriyorlar. Halk da suhteler ile çatışıp oğlanı kurtarıyor. Mahkemede oğlan, suhtelerin kendisini kaçırdıklarını söyleyince, yeniçerilere emanet ediliyor. Ancak 30 suhte geceleyin bu yeniçerilerin evlerini basıyor, aralarından birini öldürüyor, diğerlerinin kulaklarını ve burunlarını kesiyor ve oğlanı alıp kaçıyorlar. Sadece şefleri yakalanıp asılabiliyor. (s. 182)

Mahkemeler yakalanan öğrencilere suçlarını itiraf ettirmek için işkence yapıyor. Eğer bunların işledikleri suçlar ağır cezaya çarptırılmak ya da asmak için yeterli olmuyorsa, mahkeme yeni suçlar yaratıyor ve iftiracılık yaparak işi hâllediyor. Buna “siyaset kararı almak”, yani ölüm cezasına çarptırmak deniliyor. Bu işi emreden de İstanbul’dan gönderilen fermanlar. Hatta padişah Yavuz Selim 1519’da Bursa sancak beyine ağır bir ferman yollayarak, yakaladıklarının hemen siyaset edilmesini istiyor. İşkence “örf” ya da “örf-i marûf” olarak adlandırılıyor. İşkence yapılırken ölenlere ise “örfte telef oldu” deniliyor.

Kimi zaman tam bir ayaklanma biçimini alan bu öğrenci gruplarını bastırmak için, erlerden ve sipahilerden oluşan kovuşturma güçleri kuruluyor. Bunlara “isyancıların demleri hederdir”, yani “öldürülmelerine izin verilmiştir” yazan birer hüküm sureti veriliyor. Fakat bu güçler önlerine çıkan herkesi sorgusuz sualsiz “eşkıya” deyip katlediyorlar. Bu yüzden pek çok masum genç öldürülüyor. Bu insafsızca cezalandırma karşısında İstanbul’a seslerini duyuramayan aileler ve akrabalar, ya çocukları saklama yolunu seçiyor ya da isyana kendileri de katılıyor. İşin güzel tarafı, ölü ya da diri ele geçirilen öğrencilerden çıkan mal ve paralar devlet hazinesine gidiyor; soygun malı ve parası da bunları öldürenlere veya yakalayanlara ait oluyor. Yani soyulan halka mal ve paraları geri verilmiyor!

Akdağ’ın şu sitemi ilginç. Şöyle diyor:

“Bu tür ahlâk dışı olaylar açıktan alıp yürüdüğü hâlde, imam, müezzin, müderris ve benzeri hacı-hoca takımı, nasıl olup da önleyici büyük tepkiler gösterecek bir insanî duygusallık göstermediler, anlamak güçtür. Halbuki aynı çevreler, kadın-erkek buluşumları açığa dökülecek kerteyi bulduğunda, hemen toplu hâlde mahkemeyi boylayıp, kıyameti koparıyorlardı.” (s. 158-9)

İşte size ecdadımız Osmanlı’dan insan ve memleket manzaraları. Şu öğrenci yurtları size günümüzdeki “ışık evlerini” ya da birtakım cemaatlere ve tarikatlara ait öğrenci yurtlarını hatırlatmıyor mu? Hrant Dink’i öldürenlerden bazıları nerede kalmıştı? Ya cinsel yönden azıp oğlan kaçırmaya ne demeli? Allah’a şükür bugün en azından bunu yapmıyorlar, onun yerine internette çocuk pornosu izliyorlar – medeniyet efendim! Devlet görevlileri de işlere karışmış. Eh, buna zaten alışkınız. Hatırlayın, zamanında doğuda 12 yaşındaki bir kız çocuğuna defalarca tecavüz eden birtakım görevlilerin olduğuna dair haberler dinlemiştik.

Anlayacağınız, bugün bu işleri yapanların dedeleri de aynı haltı işliyorlarmış. Aynı tas aynı hamam. Akdağ’ın özellikle giderilemeyen cinsel ihtiyaçlardan bahsettiği dikkatinizi çekti mi? Ya da kadın-erkek ilişkilerini hepten yasaklayan yobaz zihniyete yaptığı vurgular? Fahişelikten bile bahsediyor kendisi. Bunlar için verdiği örnekler size İran’daki benzeri “ahlâk önlemlerini” hatırlatmadı mı? Bu olanlar, karşı cinsle ilişkiyi yasaklayan bir düzenin varacağı son noktayı güzel gösteriyor, değil mi? Kim bilir şimdiki tarikat yurtlarında ya da ışık evlerinde neler oluyor da, haberimiz olmuyor.

Demek ki, dinî eğitim vermekle, millî gelenekleri savunmakla, din eğitimi veren medrese tarzı okullar açmakla vs. ile memleketin ahlâkı düzelmiyor. Bizim memlekette hâlâ bu tür şeyleri savunan insanlar var. Kafalarını hiç çalıştırmıyorlar. Diyorum hep, diktatör lazım bize, diktatör.

10 comments:

Nakhar said...

Şimdiki ışık evleri ve benzeri tarzındaki evlerde kalmışlığım olduğundan bildiğim bazı kuralları ve atılma nedenimi şöyle bir anlatayım...

toplu halde gidilen gezilerde (ki bunlar sohbet gezileri oluyordu) yatak azlığından herkes ikişer üçer bir yatakta göt göte sik sike yatardı...

akşam 6 dedim mi erkes evde olacak kuralı

okulda vs dışarı çıkıldığında hiçbir nisa(kadın) kişisine bakılmayacak konuşulmayacak vs vs vs

her namaz sonrası yapılan dualarda min şerrin nisa (kadının şerrinden koru) vs gibi sözler sarf edilirdi...

okuduğum sınıfta 35 kişi ve bunların 33 ü kızdı ve diğer erkek olan hiç okula bile uğramıyordu

yurttan atılış nedenim kızlarla sözde yakın muhabbet!

Anonymous said...

Şimdilerde herkesin dilinde; toplumda ahlaksızlık aldı başını gidiyor, eskiden böyle miydi efendim, gibi saçmalıklar... Geçen gün bir televizyon programında bunun için bağırıp çağırıyorlardı zaten, gençlik ne hale geldi bunlarda hiç örf, adet, din kalmadı falan diye. Herşeyden önce, nasıl olurda 20 30 yıl önceki haber alma teknikleriyle bu zamanı kıyaslıyorlar anlamıyorum zaten. Artık daha kolay duyuluyor tecavüz gibi meseleler, eskiden de vardı hep vardı ve tam da o yere göğe sığdıramadıkları kurallar zincirleri yüzünden vardı. Sadece pek duyulmuyordu o zamanlar, daha iyi gizleniyordu. Baskıyla hala birşeyleri düzelteceğini düşünenler de bu gizlenmeyi koz olarak kullanıyorlar. Bu yazı için teşekkürler, herkese yollamak lazım ki mantıklarını çalıştıramıyorlarsa bile, artık görüneni görsünler en azından.

Anonymous said...

Aslinda boyle arastirmalardan urkuyorum ben. Cunku escinselligin bir ahlaksizlik oldugu temasi isleniyor. Bir sapkinlik, kadinsizliktan ortaya cikan korkunc birsey... Halbuki hic alakasi yok. Bu arastirmalari yaparken, belki yeni bir dil olusturmaya calismali ve zamaninda ahlaksizlik denilen seylerin, dogal seyler oldugu ustune basila basila tekrarlanmali. Ya da bir grubun o zaman ahlaksizlik saydigi seyi, diger grubun oyle degerlendirmedigi filan arastirilmali. Yani baska bir acidan bakmaya calismali belki.

www.elifsavas.com/blog

gaykedi said...

Bu gibi sapıklıklar hep şu din dışı laik ve Kemalist düzenden kaynaklanıyor, söylemini ne kadar da güzel çürütmüşsün Bliyaal...

Anonymous said...

Mustafa Kemal Ataturk olmasaydi Kemalist laik duzen olmasaydi siz ne bu topraklarda islam dinini yasayabilirdiniz ne rahatca gezer hareket ederdiniz ne bu yorumlari yapabilirdiniz. yani kulturunu dinini yasayabilecegin soz sahibi olabilecegin bir ulken olmazdi. ben senin yerinde olsam kemalist duzene dini kullanarak laf soliyecegime dinden anliyorsan yatar kalkar ulu onder Ataturkun ruhuna duaci olurdum

Anonymous said...

Öncelikle bu yazıdaki bir hatayı düzeltmekle işe başlamakta fayda var:

Celali isyanlarına dahil olan suhte isyanları bu yazıya göre abazalıktan çıkmış.Hayır,aslında öyle değildlr.Suhte isyanlarının sebebi mederese eğitimini bitirince iş bulamayan öğrencilerdir.Ekmek,cinsellikten önce gelir değil mi?Freud insanda temel iki dürtünün olduğunu söyler:birisi hayatta kalma güdüsü,diğeri ise cinsellik.ama önce hayatta kalam güdüsü.Hayatta kalmak için de iş,para,ekmek lazım.Suhte isyanları da medreselilerin iş bulamamasından çıkmıştır.

bliyaal said...

Yazıda sizin dediğinize dair hiçbir şey yok. Hatta Celali isyanlarının ortaya çıkış nedenlerine ilişkin bir şey de yok.

Kaldı ki, Akdağ kitabında medreselere öğrenci yığılmaları olduğunu söylemekle birlikte, vazife için devlet kapısında bekleyenlere verilebilecek kadrolarının yeterliliği üzerinde herhangi bir bilgi olmadığını da söylüyor. Sadece öğrenimlerini bitirenlerin devletin ihtiyaç duyduğu sayıyı aşmış olma ihtimali olabilir diyor. Öğrenci sayısının artma nedeni olarak da çiftbozanı gösteriyor.

Bununla birlikte, öğrencilerin yaptıklarını ruhsal bunalımın sonucu olarak görüyor. Üstelik bunun destekleyecek çok sayıda bilgi veriyor. Dolayısıyla cinsellik öğrenci ayaklanmalarında başlıca etken.

Ecdadın yaptıkları için makul sebepler bulmaya çalışmanın bize bir faydası yok.

Anonymous said...

Sizlere başka kaynaklardan Suhte isyanlarının cinsellik! kaynaklı olmadığını ispatlayacağım.Bir konuya yaklaşımda bu kadar sığ olmamak gerekir.Sayın Mustafa Akdağ'ın koyu bir solcu ve Alevi olduğu için Osmanlı İmparatorluğu'na daha doğrusu ecdadımızda görülen livata olaylarına bu şekilde yaklaşmasını normal buluyorum.Burada şu noktanın yanlış anlaşılmamasına önem gösteriyorum.Alevi ve solcu vatandaşlarımıza herhangi bir şey söylediğim ya da diyeceğim yoktur.Benim de çok sevdiğim Alevi arkadaşlarım var.Ancak yukarıda bahsettiğim mevzu da bir realitedir.Aleviler Osmanlı'ya pek sıcak gözle bakmazlar.Bunun sebebi de Yavuz Sultan Selim zamanında yaşanan bazı olaylardır.

Şimdilik bu kadar.Blogunuzu takip etmeye karar verdim ve ileride bu bu konu hakkında devam edeceğim.Livata'nın özü nedir,neden vardır,baskıdan mı oluşur?Sadece Osmanlı'da! mı vardır?Başka hangi toplumlarda görülür,günümüzde çoğu ülkede Sivil kanunlar varken neden hala livata tüm hızıyla devam etmektedir?Livata'yı şeriat kurallarına bağlamak doğru mudur?Vesaire vesaire...Ve yukarıda bahsettiğim suhte isyanlarının cinsellik kökenli olduğu iddiası! üzerinde de duracağım.

Unknown said...

Erdem Göçmen... Mustafa Akdağ, Alevi değildir. Dolayısıyla yazdığın pek çok iddia da bu noktada çürümektedir.

Kemalist said...

Yazınızı sonuna kadar okudum. Bir Atatürkçü olarak, Osmanlı'yı seven bir Türk evladı olarak ne Atatürk'ün ne de Osmanlı'nın hatasız olduğunu düşünmekteyim. Oğlancılık, eşcinsellik ne derseniz deyin Osmanlı'da da vardı, olması da normaldir, ta ki Lut kavminde ve hatta daha öncesinde bile görülmüştür. Bu insanın sapkınlığa meyilli nefsinin bir hastalığıdır.

Asıl önemli olan şudur. Osmanlı'da şöyleydi diyerek tüm öğrencileri, veya başkaları da yeniçeriler arasında oğlancılık vardı diyor, tüm yençeriler böyledir deyip, ecdadımızı karalamanın anlamı yoktur. Dini dili ne olursa olsun, ahlaklısı çok olmasına ragmen içinde ahlaksızı da olsa bile cihan imparatorluğu kurmuş bir ecdadımız var. Bunun kirletilmesine müsade etmemeliyiz.

Ben o yüzden bu yazıda biraz art niyet görüyorum. Tek bir kaynak üzerinden Osmanlının üzerinin çizilmesi gayreti görüyorum. Akdağ kimdir ? Bu konularda ne yeterliliği vardır ? Kitaplarını yazarken hangi arşivleri kullanmıştır ?
Osmanlı hakkında böyle bir iddiada bulunacaksanız en az 10 geçerli kaynakla bunu ispat edeceksiniz. İddialarınızla öyle bir hale getirmişsiniz ki Osmanlı toplumunu, devletin yetkili mercilerine adam yetistiren okulların öğrencileri içki içen fuhuş yapan adam öldüren çete eşkiya eşcinsel insanlardan oluşuyor. Kaldı ki bir de Osmanlının en görkemli dönemlerinden birinde Yavuz Sultan Selim devrinde. Bence bu hiç de inandırıcı değil! Ataistlerin Osmanlı'yı karalama çabalarının bir başka yansımasını andırıyor.