İDEAL DEVLETTE MÜZİK
Geçen hafta Platon’un “Şölen” adlı kitabını bitirince, daha önceden aldığım “Devlet” adlı kitabına artık başlayayım dedim (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Çev. Sabahattin Eyüboğlu ve M. Ali Cimcoz, 1999; İngilizce ismi: “The Republic”). Devlet Platon’un en ünlü eseri oluyor. Ancak içinde onun değil, hocası Sokrates’in ideal devlete ilişkin görüşleri anlatılıyor. Gene birilerinin evine davetli olarak giden Sokrates, orada doğruluk ve eğrilik meselesi hakkında konuşuyor. Bunun için de önce devletin kendisinden başlıyor. Burada benim ilgimi çeken konulardan biri de Sokrates’in müzik hakkındaki görüşleri oldu. Kendisi müziğin devletin yönetiminde görev alacak kişilerin yetişmesinde bir araç olarak kullanılacağını söylüyor. Ama ona göre hem iyi hem de kötü müzik var, o yüzden bu kişilerin yetiştirilmesinde her müzik türü kullanılmamalı. Kötü olanlar da yasaklanmalı.
Evde Glaukon adlı bir kişi ile konuşurken şunları söylüyor Sokrates:
- Madem müzikten anlarsın, söyle bakalım, hüzünlü sözlere uyan makamlar hangileridir?
- Karışık Lydia, uzun Lydia makamları ve benzerleri.
- Bu makamları atmayalım mı? Değil erkeklere, aklı başında kadınlara bile zarar verir bu makamlar.
- Çok doğru.
- Bizim bekçilerimizin sarhoş, gevşek, tembel olmalarını da istemiyoruz.
- Nasıl isteriz?
- Peki, makamlar arasında gevşek olanlar ve içki sofrasına yakışanlar hangileridir?
- Çözük denilen İonia ve Lydia makamları.
- Bunlar, savaşacak insanların ağzına yakışır mı sence?
- Yakışmaz, olsa olsa Dor ve Phrygia makamlarını alabiliriz.
- Makamlardan anlamam, ama öyle bir makam alalım ki, savaşta ya da zor karşısında kalan, yaralanan, yenilen, ölümle karşı karşıya gelen ve her türlü mutsuzluk içinde kaderine kafa tutabilen bir adamın yiğitçe davranışına uysun. Bize bir başka makam daha lazım ki, barış içindeki yaşayışımıza, giriştiğimiz işleri başarmak için zor kullanmadan, serbestçe yaptıklarımıza uysun. Barışta ne yapar bu insan? Bir dostuna öğüt verir, tanrıya yalvarır, birine yol gösterir, kızar, sitem eder ya da kendisine bir başkası yalvarır, öğüt verir, yol gösterir, o da denileni yapar. Sonunda giriştiği işi başarır. Başardığı zaman da gurura kapılmaz. Ölçülü, akıllı ve uslu davranır. Olan biteni hoş görür. İşte biri sert, öteki yumuşak bu iki makam, iyi günde olsun, kötü günde olsun, aklı başında ve yiğit insanların sesine uyacak olan bu iki makam bize yeter.
- Kalkmasını istediğin makamlar, demin söylediğim bu makamlar.
- Böyle olunca, artık bütün makamları karşılayacak çok telli bir sürü sazları aramayacağız.
- Evet.
- Öyleyse, devletimizde çeşitli harplar, çok telli sazları yapan ustaları beslemeyeceğiz.
- Öyle ya.
- Peki, flauta yapan ve çalanları toplumumuza katacak mıyız? Flauta en çok sesi olan, bütün makamları çalabilen bir sazdır. Telli sazlar da onun bir taklididir, değil mi?
- Öyledir.
- Öyleyse geriye lyra, kithara kalıyor. Bunlar şehrimize girebilir. Kırlarda da çobanlar kaval çalabilir. (s. 82-3)
Biraz daha ileride işin içine şairleri de katarak şunları ekliyor.
- Öyleyse yalnız şairleri mi gözaltında bulunduracağız? Yalnız onları mı bizim iyi dediğimizin benzeri olmaya zorlayacağız? Öbür sanatlarda da aynı titizliği göstermeyecek miyiz? Onların da kötü huyları, ölçüsüzlükleri, bayağılığı, çirkinliği, canlı varlıkların resimlerinde olsun, yapılarda olsun, şu veya bu el işlerinde olsun, göstermelerine engel olmamalı mıyız? Olmazsak, iş görmelerini yasak etmeli değil miyiz? Bekçilerimiz kötülük tasvirleri içinde, tıpkı kötü yiyeceklerle beslenir gibi mi yetişsinler? Her gün farkında olmadan birçok zehirli bitkiyi azar azar yiyerek zehirlensinler de, içlerine kötülük mü işlesin? Tersine, onları beden, öz ve biçim güzelliğine doğru götürecek sanat ustalarını aramamız gerekmez mi? Gençlerimiz, sağlam bir iklimin insanları gibi, çevrelerindeki her şeyden faydalansınlar, güzel ülkelerde bir meltemin kanadında gelen sağlık gibi, sanat eserleri de onların gözlerine, kulaklarına mutlu etkiler sağlayan birer kaynak olsun. Gençlerimiz, ta çocukluktan güzelliği sevmeye, güzele benzemeye, onunla bir olmaya, kaynaşmaya özensinler!
- İşte, eğitimlerin en güzeli bu olurdu.
- Onun için, Glaukon dedim, müzik eğitimi bundan ötürü eğitimlerin en iyisidir. Hiçbir şey insanın içine ritim ve düzen kadar işlemez. Müzik eğitimi gereği gibi yapıldı mı insanı yüceltir, özünü güzelleştirir. Kötü yapılınca da bunun tersi olur. Gevşek ve bozuk düzen, eserler, tabiattaki bozukluklar gibi, iyi yetişmiş insanın gözüne hemen batar, kızdırır onu. Kendini iyi bir insan olarak yetiştirmek isteyen güzeli arar, güzeli över, ondan hoşlanır ve onunla beslenir. Daha düşünmeye başlamadığı çağda tiksinir çirkinden; düşünme çağına gelince de, kendini yetiştiren müziğin düşüncesiyle akrabalığını sezer, onu sevinçle karşılar.
- Bunun için de eğitim müziğe dayanmalıdır, dedi Glaukon. (s. 84-5)
Sonunda çok daha ileride konuyu şu şekilde bağlıyor:
Devletin bekçileri eğitimin bozulmamasına bakacaklar. Ne beden ne de kafa eğitiminde, kurulmuş düzene ayrkırı hiçbir yeniliğe meydan vermeyecekler. Biri tutar, şair ağzından çıkan yeni sözlere bayılır insanlar, derse, bu söz tehlikelidir. Çünkü herkes şairin yeni havaları değil de, müzikte yeni makamları kastettiğini sanır. O türlü bir yeniliği de hoşgörür. Oysa şairin düşüncesini bir türlü anlayıp yürütmek yanlıştır. Müzikte yeni bir çeşidin doğması kaçınılacak bir şeydir. Bununla her şey tehlikeye girer. Damon’un dediği, benim de inandığım gibi, müzikte yol değişti mi, devletin anayasası temelinden sarsılır. (s. 103)
Ancak benim en beğendiğim, Sokrates’in yönetimde görev alacak kişilerin hangi koşullarda iş yapacaklarını anlattıkları şu parça oldu:
İlkin, kesin bir zorunluluk olmadıkça, hiçbiri mal mülk edinmesin. Sonra oturdukları yer, yiyeceklerini sakladıkları ambar, her isteyenin gireceği yerler olmalı. Yiyecekleri de ölçülü ve yiğit savaşçılara yaraşan cinsten olsun. Bekçiliklerine karşılık, yurttaşların kendilerine verecekleri, bir yıllık yiyeceklerinden ne çok, ne de az olsun. Yemeklerini birlikte yesinler, savaştaki askerler gibi hep bir arada yaşasınlar. Gümüş ve altına gelince; diyeceğiz ki onlara: İçlerinde tanrının koyduğu altını, gümüşü saklayanların, insanların vereceği altında ve gümüşte gözü olmaz. Kendi altın yaratılışlarını dünyanın altınıyla kirletmek günahtır. Çünkü dünya altını yüzünden türlü kötülükler işlenmiştir. Oysa ki, içlerindeki altın tertemizdir. Şehirde yaşayanlar arasında yalnız onlar için gümüşe dokunmak, onu kullanmak, ona eşyasında, evinde yer vermek, onunla süslenmek, altın ya da gümüş kupalardan içmek yasaktır. Böylece hem kendilerini, hem de devleti korumuş olacaklardır. Ama toprakları, evleri, paraları oldu mu, koruyucu olacakları yerde kendileri de mal ve çiftçi, yurttaşlarının yardımcısıyken düşmanı, zorba efendisi olurlar. Ömürleri kötülemek ve kötülenmekle, tuzak kurmak ve tuzağa düşmekle geçer; dışarıdaki düşmanlarından çok içerideki düşmanlarından korkarlar. Kendilerini de, devleti de ölüme sürüklerler. İşte bunun için koruyucularımızın oturacakları yerleri ve yaşama koşullarını önceden iyi belirlemek, bunu da kanunlaştırmak gerekmez mi? (s. 98)
Düşünün bir, böyle koşulların olduğu bir yerde kim yönetime talip olur? Bizim mecliste buna benzer koşullar olsa, hatta azıcık bir parçası olsa ne olur acaba? Ben milletvekilleri arasında büyük bir panik ve çılgınlık dalgasının yaşanacağına eminim. Devletin kadroları muhtemelen bir kaosa sürüklenecektir. Belki Maliye Bakanı Unakıtan kendisini vurur. Oğlu milyon dolarlık gemi alan Tayyip amcam Emine hanımın başörtüsü ile kendisini boğmaya kalkışabilir mesela. 16 yaşındaki oğlu ticarete atılan Abdullah amcam da Hayrünisa hanımın kıllandığı imam beğendi ile kendisini zehirletebilir. Var mı öyle devletten avanta?
Şu MTV müzik kanalı da haftanın bir gününü Japonların anime denilen çizgi filmlerine ayırmaya başladı. Geçen hafta “Basilisk” denilen bir çizgi film gösterdi. Çizgi filmin kapanışında çalan parça hoşuma gidince, neyin nesi imiş diye araştırdım. Şarkıyı söyleyen Nana Mizuki adında Japon bir şarkıcı imiş. Youtube’dan bulduğum klibini aşağıya ekledim. Sokrates amcam gerçi karşı çıkıyor bu tarz fitnelere, ama merak etmesine gerek yok. Zira bizim memlekette devleti yönetenler ilahiden başka bir şey dinlemiyorlar.
Geçen hafta Platon’un “Şölen” adlı kitabını bitirince, daha önceden aldığım “Devlet” adlı kitabına artık başlayayım dedim (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Çev. Sabahattin Eyüboğlu ve M. Ali Cimcoz, 1999; İngilizce ismi: “The Republic”). Devlet Platon’un en ünlü eseri oluyor. Ancak içinde onun değil, hocası Sokrates’in ideal devlete ilişkin görüşleri anlatılıyor. Gene birilerinin evine davetli olarak giden Sokrates, orada doğruluk ve eğrilik meselesi hakkında konuşuyor. Bunun için de önce devletin kendisinden başlıyor. Burada benim ilgimi çeken konulardan biri de Sokrates’in müzik hakkındaki görüşleri oldu. Kendisi müziğin devletin yönetiminde görev alacak kişilerin yetişmesinde bir araç olarak kullanılacağını söylüyor. Ama ona göre hem iyi hem de kötü müzik var, o yüzden bu kişilerin yetiştirilmesinde her müzik türü kullanılmamalı. Kötü olanlar da yasaklanmalı.
Evde Glaukon adlı bir kişi ile konuşurken şunları söylüyor Sokrates:
- Madem müzikten anlarsın, söyle bakalım, hüzünlü sözlere uyan makamlar hangileridir?
- Karışık Lydia, uzun Lydia makamları ve benzerleri.
- Bu makamları atmayalım mı? Değil erkeklere, aklı başında kadınlara bile zarar verir bu makamlar.
- Çok doğru.
- Bizim bekçilerimizin sarhoş, gevşek, tembel olmalarını da istemiyoruz.
- Nasıl isteriz?
- Peki, makamlar arasında gevşek olanlar ve içki sofrasına yakışanlar hangileridir?
- Çözük denilen İonia ve Lydia makamları.
- Bunlar, savaşacak insanların ağzına yakışır mı sence?
- Yakışmaz, olsa olsa Dor ve Phrygia makamlarını alabiliriz.
- Makamlardan anlamam, ama öyle bir makam alalım ki, savaşta ya da zor karşısında kalan, yaralanan, yenilen, ölümle karşı karşıya gelen ve her türlü mutsuzluk içinde kaderine kafa tutabilen bir adamın yiğitçe davranışına uysun. Bize bir başka makam daha lazım ki, barış içindeki yaşayışımıza, giriştiğimiz işleri başarmak için zor kullanmadan, serbestçe yaptıklarımıza uysun. Barışta ne yapar bu insan? Bir dostuna öğüt verir, tanrıya yalvarır, birine yol gösterir, kızar, sitem eder ya da kendisine bir başkası yalvarır, öğüt verir, yol gösterir, o da denileni yapar. Sonunda giriştiği işi başarır. Başardığı zaman da gurura kapılmaz. Ölçülü, akıllı ve uslu davranır. Olan biteni hoş görür. İşte biri sert, öteki yumuşak bu iki makam, iyi günde olsun, kötü günde olsun, aklı başında ve yiğit insanların sesine uyacak olan bu iki makam bize yeter.
- Kalkmasını istediğin makamlar, demin söylediğim bu makamlar.
- Böyle olunca, artık bütün makamları karşılayacak çok telli bir sürü sazları aramayacağız.
- Evet.
- Öyleyse, devletimizde çeşitli harplar, çok telli sazları yapan ustaları beslemeyeceğiz.
- Öyle ya.
- Peki, flauta yapan ve çalanları toplumumuza katacak mıyız? Flauta en çok sesi olan, bütün makamları çalabilen bir sazdır. Telli sazlar da onun bir taklididir, değil mi?
- Öyledir.
- Öyleyse geriye lyra, kithara kalıyor. Bunlar şehrimize girebilir. Kırlarda da çobanlar kaval çalabilir. (s. 82-3)
Biraz daha ileride işin içine şairleri de katarak şunları ekliyor.
- Öyleyse yalnız şairleri mi gözaltında bulunduracağız? Yalnız onları mı bizim iyi dediğimizin benzeri olmaya zorlayacağız? Öbür sanatlarda da aynı titizliği göstermeyecek miyiz? Onların da kötü huyları, ölçüsüzlükleri, bayağılığı, çirkinliği, canlı varlıkların resimlerinde olsun, yapılarda olsun, şu veya bu el işlerinde olsun, göstermelerine engel olmamalı mıyız? Olmazsak, iş görmelerini yasak etmeli değil miyiz? Bekçilerimiz kötülük tasvirleri içinde, tıpkı kötü yiyeceklerle beslenir gibi mi yetişsinler? Her gün farkında olmadan birçok zehirli bitkiyi azar azar yiyerek zehirlensinler de, içlerine kötülük mü işlesin? Tersine, onları beden, öz ve biçim güzelliğine doğru götürecek sanat ustalarını aramamız gerekmez mi? Gençlerimiz, sağlam bir iklimin insanları gibi, çevrelerindeki her şeyden faydalansınlar, güzel ülkelerde bir meltemin kanadında gelen sağlık gibi, sanat eserleri de onların gözlerine, kulaklarına mutlu etkiler sağlayan birer kaynak olsun. Gençlerimiz, ta çocukluktan güzelliği sevmeye, güzele benzemeye, onunla bir olmaya, kaynaşmaya özensinler!
- İşte, eğitimlerin en güzeli bu olurdu.
- Onun için, Glaukon dedim, müzik eğitimi bundan ötürü eğitimlerin en iyisidir. Hiçbir şey insanın içine ritim ve düzen kadar işlemez. Müzik eğitimi gereği gibi yapıldı mı insanı yüceltir, özünü güzelleştirir. Kötü yapılınca da bunun tersi olur. Gevşek ve bozuk düzen, eserler, tabiattaki bozukluklar gibi, iyi yetişmiş insanın gözüne hemen batar, kızdırır onu. Kendini iyi bir insan olarak yetiştirmek isteyen güzeli arar, güzeli över, ondan hoşlanır ve onunla beslenir. Daha düşünmeye başlamadığı çağda tiksinir çirkinden; düşünme çağına gelince de, kendini yetiştiren müziğin düşüncesiyle akrabalığını sezer, onu sevinçle karşılar.
- Bunun için de eğitim müziğe dayanmalıdır, dedi Glaukon. (s. 84-5)
Sonunda çok daha ileride konuyu şu şekilde bağlıyor:
Devletin bekçileri eğitimin bozulmamasına bakacaklar. Ne beden ne de kafa eğitiminde, kurulmuş düzene ayrkırı hiçbir yeniliğe meydan vermeyecekler. Biri tutar, şair ağzından çıkan yeni sözlere bayılır insanlar, derse, bu söz tehlikelidir. Çünkü herkes şairin yeni havaları değil de, müzikte yeni makamları kastettiğini sanır. O türlü bir yeniliği de hoşgörür. Oysa şairin düşüncesini bir türlü anlayıp yürütmek yanlıştır. Müzikte yeni bir çeşidin doğması kaçınılacak bir şeydir. Bununla her şey tehlikeye girer. Damon’un dediği, benim de inandığım gibi, müzikte yol değişti mi, devletin anayasası temelinden sarsılır. (s. 103)
Ancak benim en beğendiğim, Sokrates’in yönetimde görev alacak kişilerin hangi koşullarda iş yapacaklarını anlattıkları şu parça oldu:
İlkin, kesin bir zorunluluk olmadıkça, hiçbiri mal mülk edinmesin. Sonra oturdukları yer, yiyeceklerini sakladıkları ambar, her isteyenin gireceği yerler olmalı. Yiyecekleri de ölçülü ve yiğit savaşçılara yaraşan cinsten olsun. Bekçiliklerine karşılık, yurttaşların kendilerine verecekleri, bir yıllık yiyeceklerinden ne çok, ne de az olsun. Yemeklerini birlikte yesinler, savaştaki askerler gibi hep bir arada yaşasınlar. Gümüş ve altına gelince; diyeceğiz ki onlara: İçlerinde tanrının koyduğu altını, gümüşü saklayanların, insanların vereceği altında ve gümüşte gözü olmaz. Kendi altın yaratılışlarını dünyanın altınıyla kirletmek günahtır. Çünkü dünya altını yüzünden türlü kötülükler işlenmiştir. Oysa ki, içlerindeki altın tertemizdir. Şehirde yaşayanlar arasında yalnız onlar için gümüşe dokunmak, onu kullanmak, ona eşyasında, evinde yer vermek, onunla süslenmek, altın ya da gümüş kupalardan içmek yasaktır. Böylece hem kendilerini, hem de devleti korumuş olacaklardır. Ama toprakları, evleri, paraları oldu mu, koruyucu olacakları yerde kendileri de mal ve çiftçi, yurttaşlarının yardımcısıyken düşmanı, zorba efendisi olurlar. Ömürleri kötülemek ve kötülenmekle, tuzak kurmak ve tuzağa düşmekle geçer; dışarıdaki düşmanlarından çok içerideki düşmanlarından korkarlar. Kendilerini de, devleti de ölüme sürüklerler. İşte bunun için koruyucularımızın oturacakları yerleri ve yaşama koşullarını önceden iyi belirlemek, bunu da kanunlaştırmak gerekmez mi? (s. 98)
Düşünün bir, böyle koşulların olduğu bir yerde kim yönetime talip olur? Bizim mecliste buna benzer koşullar olsa, hatta azıcık bir parçası olsa ne olur acaba? Ben milletvekilleri arasında büyük bir panik ve çılgınlık dalgasının yaşanacağına eminim. Devletin kadroları muhtemelen bir kaosa sürüklenecektir. Belki Maliye Bakanı Unakıtan kendisini vurur. Oğlu milyon dolarlık gemi alan Tayyip amcam Emine hanımın başörtüsü ile kendisini boğmaya kalkışabilir mesela. 16 yaşındaki oğlu ticarete atılan Abdullah amcam da Hayrünisa hanımın kıllandığı imam beğendi ile kendisini zehirletebilir. Var mı öyle devletten avanta?
Şu MTV müzik kanalı da haftanın bir gününü Japonların anime denilen çizgi filmlerine ayırmaya başladı. Geçen hafta “Basilisk” denilen bir çizgi film gösterdi. Çizgi filmin kapanışında çalan parça hoşuma gidince, neyin nesi imiş diye araştırdım. Şarkıyı söyleyen Nana Mizuki adında Japon bir şarkıcı imiş. Youtube’dan bulduğum klibini aşağıya ekledim. Sokrates amcam gerçi karşı çıkıyor bu tarz fitnelere, ama merak etmesine gerek yok. Zira bizim memlekette devleti yönetenler ilahiden başka bir şey dinlemiyorlar.
No comments:
Post a Comment