“BİR” DÜŞÜN “ON BEŞ” AL
Birkaç gün önce, takip ettiğim yabancı bir yazarı okumak için The New York Times gazetesinin sitesine girdim. O esnada Türkiye’deki ifade özgürlüğü hakkında bir yazı gözüme çarptı. Yazıda Atilla Yayla’dan da bahsediliyor ve İngiltere’de gönüllü sürgünde olduğu yazıyordu. Hatırlarsınız, 2006 yılının Kasım ayında İzmir’de AKP’nin gençlik kollarının düzenlediği bir panelde yaptığı konuşmada Yayla’nın Atatürk hakkında “bu adam” dediği iddia edilmiş ve başına gelmedik iş kalmamıştı. Üstelik Atatürk’e hakaret ettiği için hakkında dava da açılmıştı.
O dönem Londra’da olduğum için Hocaya ancak telefonla ulaşabilmiştim. Kısa bir konuşmamız olmuştu, sesi kötü geliyordu. Sonradan sağlığı da bozuldu. O sırada konu hakkında bir şeyler de karalamıştım burada. Özellikle Gazi Üniversitesi hocalarının yaptığı bir zırvalık beni kızdırmıştı. Sonunda hakaret davası dün sonuçlanmış ve Yayla 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılmış – hem de Atatürk’e “bu adam” demediği ortaya çıkmasına rağmen.
Atilla hoca İstanbul’a geldiği zamanlarda buradaki liberal gençler ile buluşup konuşurdu. Konuştuğumuz ortamlar her zaman için rahat, herkesin fikrini rahatça ifade edebildiği şekilde olurdu. Kimse kimseye herhangi bir şey dayatmaz, kızmazdı; isteyen kişi dilediğini eleştirirdi. Şimdi öğreniyorum ki, aynı toplantılardaki görüşlerini, üstelik bizim de hakkında konuştuğumuz şeyleri bir başka yerde dile getirdiği için Hoca’ya hapis cezası verilmiş.
Şimdi düşünüyorum da, acaba o buluşmalardaki görüşlerimizi Hoca ile aynı panelde söyleseydik biz ne kadar ceza alırdık? Bir pastanede ya da restoranda, arkadaşlarınızla birlikte samimî bir ortamda dile getirdiğiniz düşünceleriniz için hapis cezasına çarptırıldığınızı düşünün bir. Böyle bir kepazeliğin olabileceğini tahmin eder misiniz? Ama oluyor işte, sadece “uygun” ortamda bulunmanız yeterli.
Aklıma bir duvar yazısı geldi. Soğuk Savaş döneminde Rusya’da yazılmış, fakat bize de gayet güzel oturuyor:
SSCB’de yaşama kuralları:
Birkaç gün önce, takip ettiğim yabancı bir yazarı okumak için The New York Times gazetesinin sitesine girdim. O esnada Türkiye’deki ifade özgürlüğü hakkında bir yazı gözüme çarptı. Yazıda Atilla Yayla’dan da bahsediliyor ve İngiltere’de gönüllü sürgünde olduğu yazıyordu. Hatırlarsınız, 2006 yılının Kasım ayında İzmir’de AKP’nin gençlik kollarının düzenlediği bir panelde yaptığı konuşmada Yayla’nın Atatürk hakkında “bu adam” dediği iddia edilmiş ve başına gelmedik iş kalmamıştı. Üstelik Atatürk’e hakaret ettiği için hakkında dava da açılmıştı.
O dönem Londra’da olduğum için Hocaya ancak telefonla ulaşabilmiştim. Kısa bir konuşmamız olmuştu, sesi kötü geliyordu. Sonradan sağlığı da bozuldu. O sırada konu hakkında bir şeyler de karalamıştım burada. Özellikle Gazi Üniversitesi hocalarının yaptığı bir zırvalık beni kızdırmıştı. Sonunda hakaret davası dün sonuçlanmış ve Yayla 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılmış – hem de Atatürk’e “bu adam” demediği ortaya çıkmasına rağmen.
Atilla hoca İstanbul’a geldiği zamanlarda buradaki liberal gençler ile buluşup konuşurdu. Konuştuğumuz ortamlar her zaman için rahat, herkesin fikrini rahatça ifade edebildiği şekilde olurdu. Kimse kimseye herhangi bir şey dayatmaz, kızmazdı; isteyen kişi dilediğini eleştirirdi. Şimdi öğreniyorum ki, aynı toplantılardaki görüşlerini, üstelik bizim de hakkında konuştuğumuz şeyleri bir başka yerde dile getirdiği için Hoca’ya hapis cezası verilmiş.
Şimdi düşünüyorum da, acaba o buluşmalardaki görüşlerimizi Hoca ile aynı panelde söyleseydik biz ne kadar ceza alırdık? Bir pastanede ya da restoranda, arkadaşlarınızla birlikte samimî bir ortamda dile getirdiğiniz düşünceleriniz için hapis cezasına çarptırıldığınızı düşünün bir. Böyle bir kepazeliğin olabileceğini tahmin eder misiniz? Ama oluyor işte, sadece “uygun” ortamda bulunmanız yeterli.
Aklıma bir duvar yazısı geldi. Soğuk Savaş döneminde Rusya’da yazılmış, fakat bize de gayet güzel oturuyor:
SSCB’de yaşama kuralları:
1. Düşünme
2. Düşünsen de konuşma
3. Konuşsan da yazma
4. Yazsan da yayınlama
5. Yayınlasan da adını verme
6. Adını verirsen de hemen inkâr et
Hürriyet gazetesinin ceza ile ilgili haberi burada.
Türkiye’deki ifade özgürlüğü hakkında The New York Times’daki haber burada. Aynı gazetede Atilla Yayla’nın mahkûmiyeti hakkındaki haber de burada.
BBC'nin haberi de burada.
Aşağıya Atilla Hoca’nın katıldığı bir televizyon programının videosunu ekledim. Bir bakın, görüşlerini nasıl savunuyor.
Hürriyet gazetesinin ceza ile ilgili haberi burada.
Türkiye’deki ifade özgürlüğü hakkında The New York Times’daki haber burada. Aynı gazetede Atilla Yayla’nın mahkûmiyeti hakkındaki haber de burada.
BBC'nin haberi de burada.
Aşağıya Atilla Hoca’nın katıldığı bir televizyon programının videosunu ekledim. Bir bakın, görüşlerini nasıl savunuyor.
2 comments:
Bu adam, şu adam, o adam...
Ne fark eder? Bu nasıl bir hakaret olabilir? Daha önce de belirttiğim gibi Kemalizmle ilgili yorumlarına katılmıyorum ama bunları söyleme hakkı vardır. Yanlış şeyler söylemek suç değildir.
"'Neden her dairede aynı adamın fotoğrafları asılı?' diye soracaklar." demek nasıl bir hakaret oluyor hâlâ anlayabilmiş değilim. İlginç bir ülkede yaşıyoruz.
Da Vinci,
Konuşmanın bant kayıtları çözüldüğünde “bu adam” demediği ortaya çıktı, ona rağmen ceza verdiler. Korkudan mı yaptılar nedir? İbret olsun istediler herhalde.
Youtube’un kapatılmasını protesto eden 3H Hareketi diye bir şey var. Oradaki bazı kafası “yanlış yola sapmış” liberal gençleri tanıyorum. Bunlar Mustafa Akyol ile anladığım kadarıyla bir toplantı yapacak. Olursa ben de katılmak istiyorum. Ama tam olarak ne zaman yapılacağını bilmiyorum. Eğer gidersem şu Akıllı Tasarım meselesini soracağım. Bakalım ne diyecek. Eğer gidersem sana haber veririm. İstek sorun olursa söylersin.
Post a Comment