LEYLA HANIM’I KİM ALACAK?
Dergiler arasında dolaşırken Cumhuriyet’in ilk yıllarında yapılmış bir ankete ilişkin ilginç bir makaleye rastladım. Makalenin başlığı şöyle: “Cumhuriyet Türkiye’sinin Damat Adayları: Leyla Hanımı Kim Alacak” (Zafer Toprak, Toplumsal Tarih, Nisan 1996, Sayı: 28, s. 6-12). “Haftalık Mecmua” adındaki bir dergi 1926 yılında “Leyla Hanımı kim alacak?” başlığıyla bir anket düzenlemiş ve on tane damat adayı belirlemiş. Tabii bütün şahıslar birer hayal ürünü. Aslında anket Cumhuriyet’in “ideal erkek” tipleri üzerine.
Önce gelin adayı Leyla Hanım ve ailesini tanıyalım:
“Kurguya göre Salih Paşa Leyla’nın büyük babasıydı. Altmış sekiz yaşında, hâlâ dinç, eski bir askerdi. Varlıklıydı, İstanbul ve İzmir’de birçok emlaki vardı. Pederşahi ailenin reisiydi. Ailede onun sözü geçerdi. Artık hayatta tek amacı torunu Leyla’nın mürüvvetini görmekti. Karısı Melek Hanım kocasının sözünden pek dışarı çıkmazdı. Ama fırsat buldukça Salih Paşa’yı yönlendirmekten de geri kalmazdı. Kerime Hanım Salih Paşa’nın gelini, Leyla’nın annesiydi. Leyla’nın babası Şevket Bey ise ticaretle meşguldü.” (s. 6)
“Önce gelinlik kız Leyla’yı tanıyalım. Leyla on dokuzunda, zengin, varlıklı bir ailenin nazlı kızıydı. Uzun boylu, kumral, pek güzel, güzel olduğu kadar da sevimliydi. “Ahlâk itibariyle de emsalsiz addolunabilir”di. Zeki bir kızdı; güzel sanatlara istidadı vardı. Salih Paşa torununun terbiyesi, eğitimi için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştı. Leyla küçük yaşlarda Fransızcayı bir mürebbiyeden öğrenmiş, sonra Alman mektebinde okumuştu. İyi piyano çalıyordu. Alaturka musiki üstatlarının birinden tambur dersi almıştı.
“Leyla saf bir kızdı. Kalbinde o güne kadar hiçbir çarpıntı duymamıştı. Ancak o da, her genç kız gibi bir hayat arkadaşı edinme gereğini giderek hissediyordu. Güzellik, irfan, ahlâk … İşte Leyla’da bunların üçü de mükemmeldi. Başta Salih Paşa olmak üzere, bütün aile Leyla’nın meziyetleriyle her zaman iftihar ediyordu. Er geç Leyla’nın mürüvvetini görmek istiyorlardı. Ama kimseyi Leyla’ya layık görmüyorlardı. Bu kadar müstesna, onun kadar nazlı bir yavrucağın hayırsız bir kocaya düşüvermesi olasılığını düşündükçe uykuları kaçıyordu. Helal süt emmiş, soyu sopu belli bir damat bulmak için büyük çaba sarf ediyorlardı.” (s. 7)
Şimdi de damat adaylarını vereyim. Gerçi adayların bütün “meziyetlerini” yazamadım. Yine de listeye şöyle bir bakın derim, belki aralarından beğeneceğiniz potansiyel bir kısmet tipi vardır.
“Adaylardan ilki Doktor Necmettin Şükrü Bey’di. (…) Doktor Necmettin Şükrü meslektaşları arasında temayüz etmiş, otuz iki yaşlarında, yakışıklı bir gençti. Almanya’da eğitim görmüştü. Doktorluk baba mesleğiydi. Baba-oğul Beyoğlu’nda muayenehane açmışlardı. Kazançları yerindeydi. Sıraselviler’de güzel bir evde oturuyorlardı.
“Salih Paşa ailesi soruşturma sonucu Necmettin Şükrü’nün ahlâkça da “çok temiz bir genç” olduğunu öğrenmişlerdi. Ancak muayenehanesinin Beyoğlu’nda olması aileyi kuşkulandırmıştı. Tahkikat derinleştirildiğinde Necmettin Şükrü ve babasının muayenehanelerinin “emraz-ı zühreviye ve frengiye tedavihanesi” olduğu görülmüştü. Diğer bir deyişle, baba-oğul zührevi hastalıklar ve frengi uzmanıydılar. Bunlar o gün için “fena hastalıklar”dı. Tıpkı bugünün AIDS’i gibi … (…)
“İkinci talip Dava Vekili Talat Şevki Bey’di. Sade mesleğinde değil, her hususta müstesna bir gençti. “Ahlâkının düzgünlüğü, ciddiyeti bu zamanda az bulunur”du. Doğrusu onunla evlenen hanım gerçekten mutlu olurdu. Mevki, şöhret, refah, fazilet, Salih Paşa gibi kibar bir aileye damat olmak için aranacak vasıfların hemen hepsi Talat Şevki Bey’de vardı. Ayrıca Talat Şevki Bey ailenin hukuk işlerine de bakıyordu. Ona kızlarını verecek olsalar aileye büyük yararı dokunacaktı.
“Ancak, avukatlık henüz meslek skalasında pek yükseklerde yer almıyordu. Aile kendilerine damat olacak adamın daha nüfuzlu bir mevkisi olmasını bekliyordu. Ayrıca Talat Şevki’nin özel serveti de yoktu. Ama yetenekleri nedeniyle az zamanda zengin olabilecek evsafta bir damat adayıydı. (…)
“Leyla Hanım’ın üçüncü talibi genç diplomat Nusret Reşit Bey’di. Her ne kadar devlet memuriyeti ise de, diplomatın toplumda ayrı bir yeri vardı. Ne de olsa dış ülkelerde memleketi temsil ediyordu. Ailesi de bu vesileyle gezip tozuyordu. Nusret Reşit Bey, hâli vakti, tahsili, ahlâkı ile, her yönden mükemmel bir adaydı. Washington sefaretinde önemli bir memuriyete tayin edilmiş, yakında oraya gidecekti. İstikbali parlaktı. (…)
“Dördüncü talip Türk ordusunun değerli bir elemanı, Erkân-ı Harb Kaymakamı Selami Bey’di. Cihan Harbi’nde Kafkasya’da, Galiçya’da, Filistin’de cepheden cepheye koşmuş, Çanakkale muharebesinde ön safta çarpışmıştı. Mütareke sırasında Anadolu hârekatına katılmış, Milli Mücadele’de Türk ordusunun zaferinde onun da payı olmuştu. Kırk yaşına geliyordu. Artık sıcak bir yuva kurmak ihtiyacını duyuyordu. (…)
“Beşinci talip Cumhuriyet’in yükselen mesleklerinden birine mensup Tüccar Kürkçüzade Rıfat Bey’di. Sürdüğü saltanat için her gün yeni bir hikâye işitiliyordu. Bir taraftan kazanıp öte taraftan harcadığı para ile tüm İstanbul’u sefaletten kurtarmak kabildi. On beş sene önce ambar memuru iken aklını kullanmış, her devre göre bir başka işe sarılmış; bazen günlerce uyumadan, açı açına koşmuş, kovalamış, nihayet zengin olmuştu. Öyle harp zenginleri gibi hesabını bilmeyen çılgınlardan da değildi. Ayağını sağlam basıyor, her giriştiği işten yüz binlerce lira kazanıyordu. (…)
“(…) Boğaziçi’nde en güzel yalılardan birini, Büyükada’daki köşklerden en mükellefini satın almıştı. Bu arada çiftliğinde sık sık av eğlenceleri tertip ediyordu. Nişantaşı’ndaki konağında da her gece ziyafet eksik olmuyordu. Son zamanlarda Nice’de bile villa satın almıştı. (…)
“Ünlü yazar Şinasi Hikmet Bey Leyla Hanım’ın altıncı talibiydi. Yaşı otuz beşe yaklaşmıştı. Küçük yaşta annesini ve babasını kaybetmişti. Ne yapmışsa kendi gayretiyle ortaya koymuştu. Şinasi Hikmet Bey ülke çapında şöhret olmuştu. Birkaç romanı vardı. Yıllarca mahrumiyet içinde yaşadıktan sonra bir gazete sahibi olmuştu. O günlerde en çok satılan Şinasi Hikmet Bey’in gazetesi, en çok okunan da Şinasi Hikmet Bey’in köşesiydi. Güler yüzlüydü. (…)
Dergiler arasında dolaşırken Cumhuriyet’in ilk yıllarında yapılmış bir ankete ilişkin ilginç bir makaleye rastladım. Makalenin başlığı şöyle: “Cumhuriyet Türkiye’sinin Damat Adayları: Leyla Hanımı Kim Alacak” (Zafer Toprak, Toplumsal Tarih, Nisan 1996, Sayı: 28, s. 6-12). “Haftalık Mecmua” adındaki bir dergi 1926 yılında “Leyla Hanımı kim alacak?” başlığıyla bir anket düzenlemiş ve on tane damat adayı belirlemiş. Tabii bütün şahıslar birer hayal ürünü. Aslında anket Cumhuriyet’in “ideal erkek” tipleri üzerine.
Önce gelin adayı Leyla Hanım ve ailesini tanıyalım:
“Kurguya göre Salih Paşa Leyla’nın büyük babasıydı. Altmış sekiz yaşında, hâlâ dinç, eski bir askerdi. Varlıklıydı, İstanbul ve İzmir’de birçok emlaki vardı. Pederşahi ailenin reisiydi. Ailede onun sözü geçerdi. Artık hayatta tek amacı torunu Leyla’nın mürüvvetini görmekti. Karısı Melek Hanım kocasının sözünden pek dışarı çıkmazdı. Ama fırsat buldukça Salih Paşa’yı yönlendirmekten de geri kalmazdı. Kerime Hanım Salih Paşa’nın gelini, Leyla’nın annesiydi. Leyla’nın babası Şevket Bey ise ticaretle meşguldü.” (s. 6)
“Önce gelinlik kız Leyla’yı tanıyalım. Leyla on dokuzunda, zengin, varlıklı bir ailenin nazlı kızıydı. Uzun boylu, kumral, pek güzel, güzel olduğu kadar da sevimliydi. “Ahlâk itibariyle de emsalsiz addolunabilir”di. Zeki bir kızdı; güzel sanatlara istidadı vardı. Salih Paşa torununun terbiyesi, eğitimi için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştı. Leyla küçük yaşlarda Fransızcayı bir mürebbiyeden öğrenmiş, sonra Alman mektebinde okumuştu. İyi piyano çalıyordu. Alaturka musiki üstatlarının birinden tambur dersi almıştı.
“Leyla saf bir kızdı. Kalbinde o güne kadar hiçbir çarpıntı duymamıştı. Ancak o da, her genç kız gibi bir hayat arkadaşı edinme gereğini giderek hissediyordu. Güzellik, irfan, ahlâk … İşte Leyla’da bunların üçü de mükemmeldi. Başta Salih Paşa olmak üzere, bütün aile Leyla’nın meziyetleriyle her zaman iftihar ediyordu. Er geç Leyla’nın mürüvvetini görmek istiyorlardı. Ama kimseyi Leyla’ya layık görmüyorlardı. Bu kadar müstesna, onun kadar nazlı bir yavrucağın hayırsız bir kocaya düşüvermesi olasılığını düşündükçe uykuları kaçıyordu. Helal süt emmiş, soyu sopu belli bir damat bulmak için büyük çaba sarf ediyorlardı.” (s. 7)
Şimdi de damat adaylarını vereyim. Gerçi adayların bütün “meziyetlerini” yazamadım. Yine de listeye şöyle bir bakın derim, belki aralarından beğeneceğiniz potansiyel bir kısmet tipi vardır.
“Adaylardan ilki Doktor Necmettin Şükrü Bey’di. (…) Doktor Necmettin Şükrü meslektaşları arasında temayüz etmiş, otuz iki yaşlarında, yakışıklı bir gençti. Almanya’da eğitim görmüştü. Doktorluk baba mesleğiydi. Baba-oğul Beyoğlu’nda muayenehane açmışlardı. Kazançları yerindeydi. Sıraselviler’de güzel bir evde oturuyorlardı.
“Salih Paşa ailesi soruşturma sonucu Necmettin Şükrü’nün ahlâkça da “çok temiz bir genç” olduğunu öğrenmişlerdi. Ancak muayenehanesinin Beyoğlu’nda olması aileyi kuşkulandırmıştı. Tahkikat derinleştirildiğinde Necmettin Şükrü ve babasının muayenehanelerinin “emraz-ı zühreviye ve frengiye tedavihanesi” olduğu görülmüştü. Diğer bir deyişle, baba-oğul zührevi hastalıklar ve frengi uzmanıydılar. Bunlar o gün için “fena hastalıklar”dı. Tıpkı bugünün AIDS’i gibi … (…)
“İkinci talip Dava Vekili Talat Şevki Bey’di. Sade mesleğinde değil, her hususta müstesna bir gençti. “Ahlâkının düzgünlüğü, ciddiyeti bu zamanda az bulunur”du. Doğrusu onunla evlenen hanım gerçekten mutlu olurdu. Mevki, şöhret, refah, fazilet, Salih Paşa gibi kibar bir aileye damat olmak için aranacak vasıfların hemen hepsi Talat Şevki Bey’de vardı. Ayrıca Talat Şevki Bey ailenin hukuk işlerine de bakıyordu. Ona kızlarını verecek olsalar aileye büyük yararı dokunacaktı.
“Ancak, avukatlık henüz meslek skalasında pek yükseklerde yer almıyordu. Aile kendilerine damat olacak adamın daha nüfuzlu bir mevkisi olmasını bekliyordu. Ayrıca Talat Şevki’nin özel serveti de yoktu. Ama yetenekleri nedeniyle az zamanda zengin olabilecek evsafta bir damat adayıydı. (…)
“Leyla Hanım’ın üçüncü talibi genç diplomat Nusret Reşit Bey’di. Her ne kadar devlet memuriyeti ise de, diplomatın toplumda ayrı bir yeri vardı. Ne de olsa dış ülkelerde memleketi temsil ediyordu. Ailesi de bu vesileyle gezip tozuyordu. Nusret Reşit Bey, hâli vakti, tahsili, ahlâkı ile, her yönden mükemmel bir adaydı. Washington sefaretinde önemli bir memuriyete tayin edilmiş, yakında oraya gidecekti. İstikbali parlaktı. (…)
“Dördüncü talip Türk ordusunun değerli bir elemanı, Erkân-ı Harb Kaymakamı Selami Bey’di. Cihan Harbi’nde Kafkasya’da, Galiçya’da, Filistin’de cepheden cepheye koşmuş, Çanakkale muharebesinde ön safta çarpışmıştı. Mütareke sırasında Anadolu hârekatına katılmış, Milli Mücadele’de Türk ordusunun zaferinde onun da payı olmuştu. Kırk yaşına geliyordu. Artık sıcak bir yuva kurmak ihtiyacını duyuyordu. (…)
“Beşinci talip Cumhuriyet’in yükselen mesleklerinden birine mensup Tüccar Kürkçüzade Rıfat Bey’di. Sürdüğü saltanat için her gün yeni bir hikâye işitiliyordu. Bir taraftan kazanıp öte taraftan harcadığı para ile tüm İstanbul’u sefaletten kurtarmak kabildi. On beş sene önce ambar memuru iken aklını kullanmış, her devre göre bir başka işe sarılmış; bazen günlerce uyumadan, açı açına koşmuş, kovalamış, nihayet zengin olmuştu. Öyle harp zenginleri gibi hesabını bilmeyen çılgınlardan da değildi. Ayağını sağlam basıyor, her giriştiği işten yüz binlerce lira kazanıyordu. (…)
“(…) Boğaziçi’nde en güzel yalılardan birini, Büyükada’daki köşklerden en mükellefini satın almıştı. Bu arada çiftliğinde sık sık av eğlenceleri tertip ediyordu. Nişantaşı’ndaki konağında da her gece ziyafet eksik olmuyordu. Son zamanlarda Nice’de bile villa satın almıştı. (…)
“Ünlü yazar Şinasi Hikmet Bey Leyla Hanım’ın altıncı talibiydi. Yaşı otuz beşe yaklaşmıştı. Küçük yaşta annesini ve babasını kaybetmişti. Ne yapmışsa kendi gayretiyle ortaya koymuştu. Şinasi Hikmet Bey ülke çapında şöhret olmuştu. Birkaç romanı vardı. Yıllarca mahrumiyet içinde yaşadıktan sonra bir gazete sahibi olmuştu. O günlerde en çok satılan Şinasi Hikmet Bey’in gazetesi, en çok okunan da Şinasi Hikmet Bey’in köşesiydi. Güler yüzlüydü. (…)
“Yedinci talip Mebus Muhtar Fevzi Bey’di. Otuz sekiz yaşındaydı. Avrupa’da eğitim görmüştü. Yakında vekil olması büyük olasılıktı. (…)
“Sekizinci talip Müderris (bugünkü karşılığıyla profesör) Fuad Hüsamettin Bey’di. Türkiye çapında bilgisi ve fazileti ile tanınmıştı. Gençliğinde okullarda öğretmenlik, müdürlük yapmış, nihayet Darülfünun’da bir kürsü sahibi olmuştu. Hayatını bilimsel çalışmalara hasretmişti. (…)
“Fuad Hüsamettin Bey’in pek değerli eserleri vardı. Verdiği konferanslar, yazdığı makaleler, bilim dünyası için birer olay oluyordu. Yaşı kırkı geçiyordu. Ancak gençliği harp yorgunluklarından uzak, düzgün, perhizkâr yaşadığı için çok dinç kalmıştı. Şakaklarındaki gümüşten gölgeler ona hoş bir görünüm veriyordu. (…)
“Dokuzuncu talip yakın akrabadan Ekrem Bey’di. (…) Ekrem Bey Robert Koleji’ni yeni bitirmişti. Bankaların birinde çalışıyordu. Cumhuriyet’le birlikte gündeme gelen pragmatik, sportif, ölçülü erkek tipini yansıtıyordu. Diğer adaylar gibi o da ahlâk yönünden kusursuzdu. Öyle yüzü pudralı, göğsü çiçekli zamane gençlerine hiç benzemiyordu. Yüzündeki sağlam bir irade ifade eden çizgiler, zekâ ile parlayan gözler, geniş omuzlar ona güç ve metanet mabudelerini andıracak bir heykel görünümü veriyordu. (…) Çevresinde en iyi koşan, en güzel yüzen, en mükemmel ata binen, yelken kullanan o idi. Ne içki içerdi ne de çapkınlığı vardı. (…)
“Haftalık Mecmua’nın onuncu ve sonuncu talibi Ercüment Baha Bey’di. (…) Konservatuarda okudu. Yeteneği takdir kazandı. Ülkeye ünlü bir müzisyen olarak döndü. Konserlerinde yer bulmak sorun oldu. Besteleriyle Batı dünyasında seçkin bir yer edindi. Artık herkes “Türk musikisindeki inkılabı” ondan bekliyordu. Daha şimdiden pek değerli eserler ortaya koymuştu. Bestelediği “milli opera”ların bazı parçalarını duyanlar gelecekte bunların birer şaheser olacağını ileri sürüyorlardı. (…)” (s. 7-11)
Yarışma sonuçları ne olmuş peki? İşte:
“Cevaplardan anlaşıldığı kadarıyla kadınların çoğu Kürkçüzade Rıfat Bey’i tercih ediyordu. Ayrıca tüccara oy verenler arasında önemli ölçüde ticaret erbabı vardı. Ticaretin geleceği parlaktı. Leyla Hanım için de böyle bir tercih yeğlenmeliydi. Doktor Necmettin Şükrü Bey’e rey verenler tabibin uygarlığa büyük hizmetleri dokunduğunu kaydediyorlardı. Kimisi İstiklal Savaşı’ndaki hizmetlerini, bugünkü mevkisinin parlaklığını ileri sürerek Mebus Muhtar Fevzi Bey’i tercih ediyor; kimisi Müderris Fuat Hüsamettin gibi değerli bir bilim adamının Leyla için en uygun hayat arkadaşı olacağını iddia ediyordu. Kaymakam Selami Bey’in son savaşlar esnasında ülkesi için gösterdiği kahramanlığa meftun olanlar Leyla’nın onunla evlenmesini diliyordu. Muharrirle musikişinas diğerlerine oranla daha az oy almışlardı. Ancak Muharrir Hikmet Şinasi Bey’e oy verenler arasında onun kimsesiz olmasını meziyet olarak görenler de vardı. (…) Avukat Talat Şevki Bey ise talipler arasında en yaya kalandı. Avukatlık henüz toplumda yeterinde prestij kazanamamıştı.
“(…) Tasnif sonucu Ekrem Bey’e 1515 oy çıktı. Leyla Hanım’la evlenmesi kesinleşti. Diğer adayların kazandıkları oylar şöyleydi: Mebus Muhtar Fevzi Bey 1410 oy, Tüccardan Rıfat Bey 1341 oy, Diplomat Nusret Reşit Bey 1222 oy, Doktor Necmettin Şükrü Bey 965 oy, Kaymakam Selami Bey 965 oy, Müderris Fuad Hüsamettin Bey 818 oy, Muharrir Hikmet Şinasi Bey 676 oy, Musikişinas Ercüment Baha Bey 502 oy ve Avukat Talat Bey 103 oy.” (s. 11-2)
Valla, “müderrislik” işleri ile az çok ilgilenen biri olarak Fuad Hüsamettin Bey’in alt sıralarda yer almasını esef verici buldum. Acaba bugün olsa bu damat adaylarının şansı ne olurdu? Kaldı ki, Leyla Hanım gibi bir gelin adayı da kaldı mı artık? Gelin adayı hanımın meziyetleri arasında yok yok.
Ben erkek adaylar ile kendimi karşılaştırdım ve evde kaldığım sonucuna ulaştım. Siz olsaydınız kime oy verirdiniz? Ya da kimi alırdınız?
“Sekizinci talip Müderris (bugünkü karşılığıyla profesör) Fuad Hüsamettin Bey’di. Türkiye çapında bilgisi ve fazileti ile tanınmıştı. Gençliğinde okullarda öğretmenlik, müdürlük yapmış, nihayet Darülfünun’da bir kürsü sahibi olmuştu. Hayatını bilimsel çalışmalara hasretmişti. (…)
“Fuad Hüsamettin Bey’in pek değerli eserleri vardı. Verdiği konferanslar, yazdığı makaleler, bilim dünyası için birer olay oluyordu. Yaşı kırkı geçiyordu. Ancak gençliği harp yorgunluklarından uzak, düzgün, perhizkâr yaşadığı için çok dinç kalmıştı. Şakaklarındaki gümüşten gölgeler ona hoş bir görünüm veriyordu. (…)
“Dokuzuncu talip yakın akrabadan Ekrem Bey’di. (…) Ekrem Bey Robert Koleji’ni yeni bitirmişti. Bankaların birinde çalışıyordu. Cumhuriyet’le birlikte gündeme gelen pragmatik, sportif, ölçülü erkek tipini yansıtıyordu. Diğer adaylar gibi o da ahlâk yönünden kusursuzdu. Öyle yüzü pudralı, göğsü çiçekli zamane gençlerine hiç benzemiyordu. Yüzündeki sağlam bir irade ifade eden çizgiler, zekâ ile parlayan gözler, geniş omuzlar ona güç ve metanet mabudelerini andıracak bir heykel görünümü veriyordu. (…) Çevresinde en iyi koşan, en güzel yüzen, en mükemmel ata binen, yelken kullanan o idi. Ne içki içerdi ne de çapkınlığı vardı. (…)
“Haftalık Mecmua’nın onuncu ve sonuncu talibi Ercüment Baha Bey’di. (…) Konservatuarda okudu. Yeteneği takdir kazandı. Ülkeye ünlü bir müzisyen olarak döndü. Konserlerinde yer bulmak sorun oldu. Besteleriyle Batı dünyasında seçkin bir yer edindi. Artık herkes “Türk musikisindeki inkılabı” ondan bekliyordu. Daha şimdiden pek değerli eserler ortaya koymuştu. Bestelediği “milli opera”ların bazı parçalarını duyanlar gelecekte bunların birer şaheser olacağını ileri sürüyorlardı. (…)” (s. 7-11)
Yarışma sonuçları ne olmuş peki? İşte:
“Cevaplardan anlaşıldığı kadarıyla kadınların çoğu Kürkçüzade Rıfat Bey’i tercih ediyordu. Ayrıca tüccara oy verenler arasında önemli ölçüde ticaret erbabı vardı. Ticaretin geleceği parlaktı. Leyla Hanım için de böyle bir tercih yeğlenmeliydi. Doktor Necmettin Şükrü Bey’e rey verenler tabibin uygarlığa büyük hizmetleri dokunduğunu kaydediyorlardı. Kimisi İstiklal Savaşı’ndaki hizmetlerini, bugünkü mevkisinin parlaklığını ileri sürerek Mebus Muhtar Fevzi Bey’i tercih ediyor; kimisi Müderris Fuat Hüsamettin gibi değerli bir bilim adamının Leyla için en uygun hayat arkadaşı olacağını iddia ediyordu. Kaymakam Selami Bey’in son savaşlar esnasında ülkesi için gösterdiği kahramanlığa meftun olanlar Leyla’nın onunla evlenmesini diliyordu. Muharrirle musikişinas diğerlerine oranla daha az oy almışlardı. Ancak Muharrir Hikmet Şinasi Bey’e oy verenler arasında onun kimsesiz olmasını meziyet olarak görenler de vardı. (…) Avukat Talat Şevki Bey ise talipler arasında en yaya kalandı. Avukatlık henüz toplumda yeterinde prestij kazanamamıştı.
“(…) Tasnif sonucu Ekrem Bey’e 1515 oy çıktı. Leyla Hanım’la evlenmesi kesinleşti. Diğer adayların kazandıkları oylar şöyleydi: Mebus Muhtar Fevzi Bey 1410 oy, Tüccardan Rıfat Bey 1341 oy, Diplomat Nusret Reşit Bey 1222 oy, Doktor Necmettin Şükrü Bey 965 oy, Kaymakam Selami Bey 965 oy, Müderris Fuad Hüsamettin Bey 818 oy, Muharrir Hikmet Şinasi Bey 676 oy, Musikişinas Ercüment Baha Bey 502 oy ve Avukat Talat Bey 103 oy.” (s. 11-2)
Valla, “müderrislik” işleri ile az çok ilgilenen biri olarak Fuad Hüsamettin Bey’in alt sıralarda yer almasını esef verici buldum. Acaba bugün olsa bu damat adaylarının şansı ne olurdu? Kaldı ki, Leyla Hanım gibi bir gelin adayı da kaldı mı artık? Gelin adayı hanımın meziyetleri arasında yok yok.
Ben erkek adaylar ile kendimi karşılaştırdım ve evde kaldığım sonucuna ulaştım. Siz olsaydınız kime oy verirdiniz? Ya da kimi alırdınız?
5 comments:
@ bliyaal:
Merhaba,
Bendeniz bu Dergi'nin kârilerinden biri olsaydım oy vereceğim, Leylâ hanımın yerinde olsaydım eş olarak seçeceğim kişi: genç diplomat Nusret Reşit Bey olurdu.
les chemins de la liberte:
Tespitleriniz o kadar doğru ki [erken evlenmiş, erken boşanmış, çocuksuz biri olarak] sizi ayakta alkışlıyorum.
Ayrıca sisterhood adlı yazımda anlattığım nedenlerden ötürü, bloğunuzu hemen blogroll'üme ve RSS reader'ıma ekliyorum.
Sevgilerimle :o)
Ben bilim adami veya besteciye giderdim herhalde!
Can çikar, huy çikmaz. :oP
www.elifsavas.com/blog
(Sana email atacagim. Benim arkadaslar ayin onucunde buradalar.)
hahaha bu cok eglenceli bi yazi olmus, yorumlarda keza :)
ben herhalde sinasi beyi secerdim, su yazar ve gazete sahibi. oncelikle bir seyleri kendi basina, baba parasi ve destegi almadan basarmasi guzel. ki gunumuzde ozellikle baba parasi ve cevresi ile bi yerlere gelenlerin ne derece icinin kofti oldugnu, hicbir seyin kiymetini bilmediklerini gordukten sonra. ilaveten bi yazar ve gazeteci ile konusacagim konularin haddi hesabi olmaz. hem eglenirim hem ogrenirim.
ekrem beyin secilmesinde fiziki ustunlugu bence onemli kriter olmus. birde gunumuzdekileri sekilce olmakla sucluyorum, zihniyet eskiden de boyle imis.
gelelim kadin-erkek iliskilerine, ben bu derece karamsar hic olmadim. belki beklentiler fazla oldugu icin bu hayal kirikliklari, bilemiyorum. think pink, live pnik.
Les Chemins, zaten o yuzden can cikar, huy cikmaz diyorum ya! Ben dersimi alamiyorum kardesim. Iste o kadaaaar! :oP
Iyi anlasirim diye degil, esekligimden! Her kiz "kotu cocuk" sever ya, benim kotu cocuklarim oyle tipler oluyor. Simdi sanatci bir beyle evliyiz, bir kere daha denemistim, olmamisti. Bakalim mevlam ne eyler!!!! :o)
www.elifsavas.com/blog
Babaannem derdi ki; "O zamanlar memurun olusu dirisi para idi"
Tabi bu "Beni kimler istedi de varmadim"dan sonra gelirdi:)))
Ben Leyla evlenmesin aklini basina toplasin evde kalsin diyorum ve oyumu bos atiyorum.
Cok eglenceli bir yazi olmus yine.
Post a Comment