Londra'da guzel havalar devam ederken bundan daha fazla faydalanmamak yazik olur diyerekten etrafta gezinmeye devam ediyorum. Bu defa da, daha onceden iki defa gitmis oldugum British Museum'a bir kez daha gitmeye karar verdim. Isin guzel tarafi, bazi ozel sergilerin disinda, muzeye girisin bedava olmasi. Bu kadar genis bir muzeyi bir defada gezmek zor. Tabii, bu tur isler ile ilgilenmeyen ve benim kadar entelektuel olmayan avam tabakasindan kisiler muzeyi bir gunde de gezebilirler.
Muze halka ilk defa 1759 yilinda acilmis. Kurulusu ise 1753'e ait. Onceden gormus olmama ragmen, bazi yerleri hala istedigim sekilde goremedigimi dusunuyordum. O nedenle evvelce gectigim yerlerde bu defa daha uzun sure kaldim. Muzenin zemin kati sergilenen nesneler acisindan en dolu kismi. Misir, Ortadogu, Yunan & Roma, Amerika ve Asya'ya ait parcalar ile gecici sergilerde yer alan esyalar burada sergileniyor. Hatta gittigimde Amerika ile ilgili bir sergi vardi: "A New World: England's First View of America" Muzeye en son yine bu tarz bir gecici sergi dolayisiyla gitmistim. Michelangelo'nun kara kalem calismalari sergileniyordu. Resimleri daha yakinda gorebilmek icin camlara adeta yapismistim. Turkiye'de Michelangelo'nun resimlerinin sergilendigini dusunun bir. Bu tur seyler ile ilgilenmeyen bir suru kisi sirf is olsun, entellik olsun diye sergiye gelir, icerisi agzina kadar dolu olur ve suphesiz biletler de fahis fiyatlardan satilirdi. Halbuki ben arkadasimin ogrenci karti sayesinde, oyle bir sergi icin iyi sayilabilecek bir miktar olarak, 7 pound odemistim. Biletleri satan gorevli bana kiyak gecmisti.
Zemin bolumde en cok ilgimi ceken, Asurlulara ait aslan avini anlatan tas oymalardi. Burayi daha once istedigim kadar dikkatli gezememistim. Bu defa Misir'a ait bolumden daha cok ilgimi cekti. Aslanlarin yaralarindan akan kanlari, hatta olu aslanlarin dilleri cikmis halde yerde yatislarini betimleyen oymalar harikulade idi. Muzeyi gezen alt tabakadan insanlarin ilgisini Misir bolumu daha fazla cektigi icin, bu bolum digerlerine kiyasla tenha sayilirdi. Bu sayede bu guzel oymalari yakindan rahat bir sekilde musahade etme olanagi buldum.
Ikinci katta, zemin kattaki bolumlere ek olarak Avrupa da var. Sanirim ikinci kata ciktigimda gordum eski Yunanli filozoflara ait bustleri. Not almadigim icin hatirlamiyorum, ama sanirim soldan ilk bust Sokrat'a, sagdan ikinci bust de Epikur'e ait. Bir defa daha gidince iyice kontrol edecegim. Etrafta gezinirken yine ziyaretcilerin arasinda Fransizca konusan birtakim tipler isittim. Ne oldugunu anlamiyorum, Fransiz haftasi falan mi var? Gerci aralarinda siyah sacli, gozlerine siyah kalem cekmis guzel bir Fransiz kiz da vardi, ama virt zirt resim cekecegim vakit onume gectikleri icin icimden saydirdigimdan dolayi kendisi ile ilgilenemedim. Zemin katin altindaki katta ise benim ilgimi cok fazla ceken birsey yoktu. Sadece Yunan & Roma'ya ek olarak Afrika vardi.
Her geldigimde ziyaret etmeyi rituel haline getirdigim bir yer var: Kutuphanenin oldugu unlu okuma salonu. Ancak okuma salonu islevini 1997'de Londra'nin bir diger bolgesi olan St. Pancras'daki British Library'e devretmis. Yine de salon ozgun bicimini korumaya devam ediyor. Burasi ayni zamanda gelmis gecmis sosyal bilimcilerin en buyugu olan bir sahsin ugrak yeri olmus zamaninda: Proletaryanin manevi onderi, kapitalizm denen somuru duzeninin isleyisini butun acikligi ile ortaya koyan buyuk sahsiyet, Zeus sakalli, yuceler yucesi Hz. Marx! Marx 1849 yilinda Londra'ya yerlesmis ve olumune degin burada kalmis. Mezari da Londra'nin kuzeyinde yer alan Highgate Cemetery'de bulunuyor (iki defa ziyaret ettim). Marx'in magnum opus'u Kapital'i yazarken neredeyse 30 sene boyunca, hastalik zamanlari disinda, hergun yaklasik 10 saat calistigi okuma salonuna girdigimde ruhum tarif edilemez bir heyecan ile doldu. Kapital'e ve diger bircok esere temel olan calisma bu salonda yapilmisti iste! "Aaah", diyerek ic gecirdim, "kalmadi artik o eski devrimciler."
Okuma salonunun unlu ziyaretcileri arasinda diger bir unlu devrimci Vladimir Ilyic Ulyanov (yani yoldas Lenin), buyuk ve bir o kadar da "gay" olan Ingiliz iktisatci Lord J. M. Keynes (kendisinden sonra bu kadar etkili bir iktisatci gelmemistir), Hayvan Ciftligi'nin yazari George Orwell, Nobel odullu Ingiliz filozof Bertrand Russell, tek sevmedigim yani Hintli olmasi olan Mahatma Gandi ve Bernard Shaw gibileri yer aliyor. Okuma salonunda bulundugum sure boyunca zamaninda orada bulunmus olan bu mumtaz sahislarin teneffus ettigi o havayi icime cekip, yeni "devrimci" fikirler icin mevcut ortamdan ve bu sahislarin ruhlarindan "feyz" almaya calistim.
Vakit bitiyor, ama muze bitmiyordu. Donus yolunda metro bir hayli kalabalik olacagi icin istemeye istemeye ayrilmak zorunda kaldim. Nitekim saat 5'ten itibaren yollar ve metro asiri derece kalabaliklasiyor ve 1.5 saat kadar boyle suruyor. Muzeden cikip bu defa muze tarafindan bir manzara resmi cekeyim derken, bir grup Fransiz genci gelip tam onume oturdu. Bir tanesi cebinden sigara cikartip icmeye basladi. Ulan dangalaklar, adamin teki tam onunuzde resim cekmeye calisiyor, gormuyor musunuz? Insan bir "kusura bakmayin" der. Ilkel koyluler sizi! AB'nin en mal milleti bunlar olmali. Fransa'nin oldugu bir AB'ye girmem ben!
Muzenin oldugu caddenin havasini seviyorum. Sakin bir hali olan tipik bir Londra caddesi. Buradaki caddeler Turkiye'ye kiyasla oldukca dar. Ingilizlerin "double decker" dedigi o cift katli otobusleri soforlerin o dar sokaklarda surmesine, Istanbul'un trafigini bilen biri olarak hep sasiriyorum. Aksamleyin hava kararirken binadan disari cikip, evlerine donen insanlarin arasinda soguk havayi hissederek yurumenin ayri bir keyfi var. Kosusturmacanin olmadigi, zamanin sanki hep ayni kaldigi huzurlu bir his veriyor insana bu. Boyle bir ruh hali icinde dis kapidan cikip metroya dogru yoneldim ve aksama ne yemek yapacagimi dusunmeye basladim.
1 comment:
gecen gün butik otel işindeki bir turizmci arkadaşımla muhabbet sırasında, fransızlardan inanılmaz derece de kotu soz ettiğini hatırladım yazını okuyunca :)
Post a Comment