Monday, March 05, 2007



ISLAK STONEHENGE

Son zamanlarda Londra'nin havasi yilin bu zamanlarina kiyasla oldukca iyiydi. Ben de bundan cesaret alarak bir yolculuga cikmaya karar verdim. Aklimda birkac yer olmakla birlikte, ozellikle Ingiltere'ye ozgu bir tanesini secmek istedim. Sonunda su unlu tas bloklarin oldugu Stonehenge'de karar kildim.

Elimde, civardaki bir kutuphaneki satistan neredeyse bedavaya kapattigim bir Ingiltere rehberi bulunuyordu. Buradan, Stonehenge'in Salisbury adli bir kasabada (town) yer aldigini ogrendim. Hos, buralari bizdeki tarzda kasaba veya sehir olarak adlandirmak kolay degil. Ornegin, bizim Ingiltere olarak bildigimiz yeri Ingilizler Birlesik Krallik olarak adlandiriyorlar. Soyle ki; Birlesik Krallik, Ingiltere, Wales, Iskocya ve Kuzey Irlanda'dan olusuyor. Tabii, bunlarin hepsi ayri milletler. Mesela Iskoclarin ve Irlandalilarin kendi ana dilleri var ve aksanlari Ingilizlerden cok farkli. Birlesik Krallik'in Kuzey Irlanda'nin disinda kalan kismi ise Britanya olarak adlandiriliyor. Britanya kendi icinde soyle bolunuyor: Kuzeyde iktisadin babasi Adam Smith'in ulkesi Iskocya var. Orta, guney ve dogu bolumunde Londra, Cambridge, Oxford gibi sehirlerin oldugu Ingiltere yer aliyor. Batida da Keltlerin ulkesi Wales bulunuyor. Her bolge kendi icinde bolumlere ayriliyor. Mesela, Ingiltere'nin dahilinde Yorkshire, East Anglia ve Wiltshire gibi alt bolgeler var. Bunlarin en unlusu de neredeyse baslibasina bir bolge olan Londra.


Iste Salisbury denilen yer Wiltshire'in bir kasabasi. Yolculuga bir arkadasla birlikte gitmeye karar verdik. Cumartesi gunu Waterloo istasyonunda bulustuk. Burasi hem Londra disindaki cesitli bolgelere giden trenlerin kalktigi hem de metronun oldugu genis bir istasyon. Arkadas "Pazar gunu hava kapali olacak, yagmur yagma ihtimali cok kuvvetli," demesine ragmen onu dinlemedim ve biletleri aldik. Boylece pazar gunu yaklasik iki saatlik bir tren yolculugundan sonra Salisbury'e vardik. Isin kotu tarafi, Londra'dan ayrilir ayrilamaz siddetli bir yagmurun baslamasiydi. Istasyonda indigimizde dahi yagmur kesilmemisti. Stonehenge'e nasil gidecegimizi bulmak icin etrafa bakinirken, hemen cikis kapisinin yaninda "Stonehenge biletleri" yazan bir tabela gorduk - Kapitalizm isliyor! Trenden inen bizim gibi turistlerin ilk olarak Stonehenge'e gitmek isteyeceklerini bildiklerinden, istasyona tas bloklara giden bir otobus servisi koymuslar. Paraciklari bayildiktan sonra oradaki bir kafede oturup bir saat kadar otobusun gelmesini bekledik, zira servis saatlerini trenlerin gelis saatlerine uydurmamislar.


Sonunda yola ciktigimizda, istasyondan gidecegimiz yer 40 dakika kadar tuttu. Hava kotu olmasina ragmen mekan kalabalik sayilirdi. Giris bileti alabilmek icin kuyrukta beklerken, ziyaretcilerden kimilerinin Amerikan aksani ile ingilizce konustuklarini, kimilerinin de (bana gore) Avrupa'nin en sevimsiz ve kendini begenmis milletinin dili olan Fransizcayi konustuklarini isittim. Ustunlugu Ingilizlere kaptirmalarinin uzerinden bir hayli zaman gecmesine ragmen, kendilerini hala Avrupa'nin en seckin milleti zanneden bu zibidilerin, komik kibirlerini yenip Ingilizlere ait bir tarihi yapiyi gormeye gelmeleri beni oldukca sasirtti.

Biletleri alip yine paraciklari bayildiktan sonra, tas bloklarin oldugu acik alana cikan yola yoneldik. Yolun hemen basinda bir hediyelik esya dukkani bulunuyordu - Kapitalizm, tarihi somurmekten de geri durmuyordu. Acik alana ciktigimizda yagmur ve ruzgar bizi daha sert bir sekilde carpti. Siddetli yagmura ve sert ruzgara aldirmadan resim cekmeye basladim. Maalesef, bloklarin etrafini ince bir ip ile cevirerek ziyaretcilerin bunlarin arasinda dolasmasini engellemislerdi. Yine de yapiya iyi resim cekecek derecede yaklasmak mumkun oluyordu. Resimleri cekerken bir kizin bagirdigini duydum. Bakinca, bagiranin birkac dakika once arkadasin resmini cektigi Japon kiz oldugunu gordum. Kizin kirmizi renkli semsiyesi ruzgar yuzunden bloklarin oldugu alanin bir ucundan digerine ucmustu. Diger taraftaki adama "Lutfen semsiyemi tutar misiniz!" diye bagiriyordu.


Yan taraftaki yoldan cikip dogruca cimenlerin uzerine basarak ilerlemeye basladim. Yagmur yuzunden bircok kisinin uzerinden gectigi toprak artik camur haline gelmisti. Buna aldirmayip yurumeye, bir yandan da resim cekmeye devam ettim. Camura oyle bata cika yururken aklima Turkiye geldi - Hey gidi memleketim, senin pis sokaklarindaki camur hicbir yerde yok! Bu gevurlarinki camur degil, resmen kazurat! En azindan hava nedeniyle normal gunlere gore fazla ziyaretci olmadigindan dolayi, etrafta dolasip rahat rahat resim cekmek imkani oldu. Hatta ziyaretcilerden biri, elime fotograf makinesini tutusturup kendi resmini cekmemi istedi.

Ziyaretciler icin ayrilan yol, tas bloklarin etrafinda donuyor ve basa donerek girisin oldugu yer ile birlesiyordu. Bloklarin etrafinda bir tur atan arkadas iceriye dogru yonelirken, ben geri donup birkac poz daha cektim. Giris yoluna geri dondugumde her tarafim islanmis, pantolonum tamamiyla donuma, donum da kicima yapismisti. Ama donun islak olmasi onemli degildi, zira istedigim resimleri cekmistim. Bizi istasyona goturecek olan otobusun gelmesine daha vakit oldugu icin, yagmurdan korunabilecegimiz bir yer aradik. Bloklarin oldugu acik alana giden yolun tunele benzeyen bir kismi vardi, ama bu ne sogugu ne de ruzgari engelliyordu. Bunun disindaki tek yer, giris yoluna girerken gordugumuz hediyelik esya dukkaniydi. Isin guzel tarafi(!), etrafta ziyaretcilerin durabilecekleri baska hicbir kapali mekan yoktu. Millet yagmurdan kacmak icin ister istemez dukkana girmek zorunda kaliyordu. Vakit gecirmek icin etrafta dolanirken hediyelik esyalara bakiyor, sonunda kapitalizmin yarattigi asagilik tuketim hissine karsi koyamayarak bunlardan satin aliyordu. Boylece vahsi kapitalizm, basit bir hava olayini bile insanlari somurmek icin kullaniyordu.


Daha sonra, gelen otobuse binip istasyona geri donduk. Tabii, gene otobuslerin saatlerini tren saatlerine gore ayarlamadiklari icin bir saat kadar beklemek zorunda kaldik. Trene bindigimizde hala yorgunduk ve rahatca yayilabilmek icin ayri koltuklara oturduk. Londra'ya geri donerken camdan bakarak vakit gecirmeye calistim. Bir ara arkamdan gelen bir horlama sesi duydum. Donup baktigimda arkadasin yorgunluktan koltugunda sizmis oldugunu gordum. Bir sure sonra tren duraklarda binen yolcularla kalabaliklasmaya basladi. Camdan bakarken yanimdan "Oturabilir miyim?" diye bir ses isittim. Basimi kaldirdigimda, uzun siyah sacli, sik giyimli guzel bir Ingiliz kizin karsimda durdugunu gordum. "Tabii," diyerek cantami hemen yanimdaki koltuktan cekip aldim ve kizin oturmasina musaade ettim. Boylece en azindan gunu kotu kapatmamis oldum.

6 comments:

Anonymous said...

E hocam hikaye burada bitmiyordur umarım. Before sunshine hesaabı :)

Anonymous said...

sn.tansel bey hikayenin devamı www.123hikaye.com yada ekonomiturk.blogspot.com da. bilemiyorum bliyaal bey neder.
bence sonu haric güzel yazı

teşekkürler b.

Anonymous said...

merhabalar,
sayende gitmiş kadar olduk sevgili bliyaal...:))anlatım,fotolar yazını çok güzel tamamlamış..havanın yağmurlu oluşu biraz kötü olmş tabi...sevmem yağmurda öyle turları...ve sığınacak tek yerin hediyelik eşya satan yer oluşu her yerde var..pazar günü özgişle istanbul moderndeydik..hediyelik eşya reyonundan geçip cafeye otururken inan aynı şeyi düşündüm..insan ister istemez bir göz atıyor...:))
dönüşüne kadar ..her hft böyle günlük turlar yapıp bilgilendirirsen süper olur diyor....
güzel bir hafta diliyorum sana...
sevgiler...

Anonymous said...

bliyaal istnbula uğradığında, "başka" hiç bir yere uğrama.adresin belli.

Anonymous said...
This comment has been removed by a blog administrator.
Fort Collins Irrigation said...

Loved rreading this thank you