AKILLI TASARIMLAR GELSİN PARACIKLAR: YAHUDİLEŞME TEMAYÜLÜNDEN İBRİKLİ İSLAM’A (SALYANGOZ SORUNSALI)
Birkaç gün önce Amerika’dan bir arkadaşım bana bir proje ile ilgili habere ait bir link gönderdi. Projenin ismi ENCODE (Encyclopedia of DNA Elements). Amacı, insan DNA’sını açıklamak için teknoloji geliştirmek. Projenin pilot aşaması bitmiş. Arkadaşın açıkladığına göre, insan genomunun çok az bir kısmı klasik anlamda “gen” adı verilen yapılandan oluşuyor, ancak bu kısmın niteliği tam olarak bilinmiyor. Geri kalan %99’luk bölüm ise daha muğlak bir durumda bulunuyor. Söz konusu projede, önce genom bütününün özelliklerini temsil eden bölgeler seçilerek incelecek. Ardından buna uygun teknolojiler seçilerek geri kalan kısımlar araştırılacak. Haberin linki:
http://news.bbc.co.uk/2/hi/science/nature/6749213.stmBöyle olunca, ben de internette biraz bakınayım dedim. Dolaşırken, Scientific American dergisinin sitesinde “15 Answers to Creationist Nonsense” başlıklı bir yazıya denk geldim. Yazıdan ilginç bulduğum yerleri aktarayım dedim. Yazının linki de şu:
http://www.sciam.com/article.cfm?articleID=000D4FEC-7D5B-1D07-8E49809EC588EEDF&catID=2“Utanç verici bir şekilde, 21. yüzyılda, dünyanın şimdiye dek bildiği bilimsel açıdan en gelişmiş ülkesinde, yaratılışçılar hâlâ siyasetçileri, yargıçları ve sıradan vatandaşları, evrimin sakat, kötü şekilde savunulan bir hayal olduğuna inandırabiliyorlar. “Akıllı Tasarım” gibi yaratılışçı görüşlerin bilim sınıflarında evrime alternatif olarak okutulması için lobi yapıyorlar. Bu makale basıma verilirken, Ohio Eğitim Kurulu böyle bir değişikliğe izin verilip verilmeyeceğini tartışıyor. Berkeley’deki California Üniversitesi’nde hukuk profesörü ve “Darwin on Trial” adlı kitabın yazarı olan Philip E. Johnson gibi bazı anti-evrimciler, Akıllı Tasarım teorisinin, bilim sınıflarını Tanrı tartışmalarına yeniden açmak için bir “takoz” görevini görmesini amaçladıklarını kabul ediyor.
“Dört bir yandan kuşatılmış olan öğretmenler ve diğerleri, kendilerini giderek evrimi savunur ve yaratılışçılığı çürütür durumda buluyorlar. Yaratılışçıların kullandıkları argümanlar genellikle aldatıcı nitelikte oluyor ve evrime ilişkin yanlış anlamalara (ya da düpedüz yalanlara) dayanıyor, fakat yapılan itirazların sayısı ve çeşitliliği bilgili insanları dahi zor durumda bırakabiliyor. (…)
”“Ne yazık ki sahtekâr yaratılışçılar, anlaşmazlıkları abartmak ve çarpıtmak amacıyla, bilim adamlarının yorumlarını içeriklerinden kopartmakta istekli görünüyorlar. Harvard Üniversitesi’nden paleantrolojist Stephen Jay Gould’ın çalışmalarına aşina olan herhangi biri, kesintili-denge modelinin yaratıcılarından biri olmasının yanında, Gould’ın evirimin en belagatli savunucularından ve düşünürlerinden biri olduğunu bilir (kesintili-denge, çoğu evrimsel değişikliğin jeolojik olarak kısa aralıklar dahilinde meydana geldiğini ileri sürerek, fosil kayıtlarındaki örnekleri açıklamaktadır. Yine de, bu kısa aralıklar yüzlerce nesle karşılık geliyor). Buna rağmen yaratılışçılar, Gould’ı sanki evrime ait kuşkuları varmış gibi göstermek için, onun geniş hacimli yazılarını zevkle parçalara ayırıyorlar ve kesintili-dengeyi de yeni türlerin bir gecede oluştuğunu ya da kuşların sürüngen yumurtalarından doğduğunu kabul edermiş gibi sunuyorlar.
“Evrimi sorgularmış gibi görünen bilimsel bir otoritenden yapılan bir alıntı ile karşılaştığınızda, ifadeyi bağlamı içinde görmekte ısrar edin. Neredeyse istisnasız bir şekilde, evrime yapılan saldırının asılsız olduğu ortaya çıkacaktır.
“Eğer insanlar maymundan türemişse, neden hâlâ maymunlar var?“Şaşırtıcı derecede yaygın olan bu argüman, evrim hakkındaki farklı cehalet düzeylerini gösteriyor. İlk hata şu: Evrim insanların maymunlardan türediğini göstermiyor; ikisinin de ortak bir atası olduğunu ifade ediyor.
“Yapılan daha ciddî hata ise, bu itirazın şu soru ile aynı şey olması: “Eğer çocuklar yetişkinlerden türüyorsa, neden hâlâ yetişkinler var?” Yeni türler, yerleşmiş türlerin bölünmesi yoluyla evrilir. Bu durum, organizma popülasyonları, ailelerinin ana dalından ayrıldığında ve sürekli olarak ayrı kalmalarına yetecek farklılıkları edindiğinde gerçekleşir. (…)
” “Yaşayan varlıklar – anatomik, hücresel ve moleküler düzeyde – şaşırtıcı derecede karmaşık özelliklere sahiptir. Öyle ki, bunlar daha az karmaşık ya da daha az gelişmiş olsalardı iş göremezlerdi. Tek mantıklı sonuç, bunların evrimin değil, akıllı bir tasarımın ürünleri olduklarıdır.
“Bu “tasarım argümanı” son zamanlarda evrime yapılan saldırıların belkemiğini oluşturmakla birlikte, bunların arasında en eski olanıdır. 1802 yılında dinbilimci William Paley şöyle yazıyordu: Eğer bir kimse açık arazide bir cep saati bulursa, en mantıklı sonuç, bunu birilerinin düşürdüğü şeklinde olacaktır. Mukayese yoluyla Paley, yaşayan varlıklara ait kompleks yapıların doğrudan, ilahî müdahalenin işi olması gerektiğini kanıtlamaya çalıştı. Darwin Türlerin Kökeni’ni Paley’e yanıt olarak yazmıştı: Kendisi, miras alınan özelliklerden hareketle, doğal seçilim güçlerinin gösterişli organik yapıların evrimini aşamalı olarak nasıl şekillendirdiğini açıklıyordu.
“Nesiller boyunca yaratılışçılar, bir yapı olarak gözün evrilmemiş olabileceği örneğini vererek Darwin’e karşı çıkmaya çalıştılar. Gözün görüş sağlama yeteneği, onu oluşturan kısımların mükemmel bir şekilde düzenlenmiş olmasına bağlıdır diyordu bu eleştirmenler. Bu nedenle, doğal seçilim gözün evrimi için gerekli olan geçişsel biçimleri asla desteklemez – tek bir gözün ne faydası olabilir ki? Bu eleştirinin yapılabileceğini sezen Darwin, “yetkinliğe ulaşmamış” gözlerin dahi (varlıkları ışığa yönlendirmeye yardım etmek gibi) bazı yararlarının olacağını ve böylece daha ileri derecedeki evrimsel tasfiye için varolmaya devam edeceğini ileri sürdü. Biyoloji de Darwin’i doğruluyor: Araştırmalar, hayvanlar âleminde baştan sona ilkel gözlerin ve ışığa duyarlı organların bulunduğunu saptadı ve hatta karşılaştırmalı genetik vasıtasıyla gözün evrimsel tarihin izini sürdü.
“Bugünün Akıllı Tasarımcıları seleflerinden daha kültürlüler, fakat argümanları ve amaçları temelde farklı değil. Evrimin bildiğimiz hayatı açıklayamayacağını kanıtlamaya çalışarak evrimi eleştiriyorlar ve ardından, elle tutulur tek alternatifin, hayatın tanımlanamayan bir akıl tarafından tasarlanmış olduğunda ısrar ediyorlar.
”“ (…) Aksine, Akıllı Tasarım teorisyenleri, yanı başta duran gizemi çözmek için gerekli her türden doğal yeteneğe uygun bir şekilde sahip olan belli belirsiz varlıklara niyazda bulunuyorlar. Bu türden yanıtlar bilimsel araştırmayı genişletmek yerine, onu engelliyor (kadiri mutlak zekâların varlığı nasıl yanlışlanabilir?)
“Akıllı Tasarım çok az sayıda yanıt ileri sürüyor. Örneğin, tasarım yapan bir akıl, yaşamın tarihine nasıl müdahale etti? Bu müdahaleyi ilk DNA’yı yaratarak nasıl yaptı? İlk hücreyi yaratarak? İlk insanı yaratarak? Her tür tek tek mi tasarlandı, yoksa sadece birkaç erken dönem tür mü tasarlandı? Akıllı Tasarım teorisinin savunucuları, bu konuların ayrıntılı olarak araştırılmasını sürekli olarak reddediyor. Bunlar, Akıllı Tasarım hakkındaki farklı türden görüşlerini uzlaştırmak için bile gerçek anlamda bir girişimde bulunmuyorlar. Bunun yerine, argümanlarını dışlama yoluyla sürdürüyorlar – yani, evrimci açıklamaları zorlama ve noksan diye küçümsüyor ve ardından sadece tasarıma dayanan alternatiflerin kaldığını ifade ediyorlar.
“Mantıksal açıdan aldatıcı bir durum bu: Doğaya dayalı tek bir açıklama sakat olsa bile, hepsinin öyle olduğu anlamına gelmez bu. Dahası, Akıllı Tasarım teorisini bir diğer teoriye göre daha mantıklı da yapmaz. Dinleyiciler, boşlukları esas itibarıyla kendi başlarına doldurmaya terk ediliyorlar. Şüphesiz, bazıları bunu bilimsel görüşlerin yerine dinî inançlarını koyarak yapacaktır.
”Amerika’da Akıllı Tasarımı kökten dinci diyebileceğimiz evanjelistler savunuyor. Bunlar bu işe büyük miktarlarda para yatırıyor. Kitaplar basıyor, konferanslar düzenliyor, araştırma projeleri yürütüyor, lobicilik yapıyorlar. Evanjelistler aynı zamanda Bush’u ve Irak’ın işgalini de destekliyorlar.
Biliyorsunuz, Akıllı Tasarım’ı Türkiye’de savunan birtakım insanlar var. Bunların başında, AT lobisinin Türkiye acentesi ve gazeteci Taha Akyol’un oğlu olan Mustafa Akyol geliyor. Akyol da AT için konferanslar düzenliyor, bunun için yurt dışından bazı kişileri konuşmacı olarak getirtiyor. Kendi sitesinde zaman zaman konu ile ilgili yazılar yazıyor, bazı “bilim adamlarının” yazıp çizdiklerini aktarıyor. Bu konulardan anlayan bir arkadaşımın dediğine göre, Akyol bu alıntıları yaparken, alıntı yaptığı kişilerin dediklerini pek de doğru bir şekilde aktarmıyormuş. Diğer yandan, biliyoruz ki bu işler bedava olmaz. Bu işe ne miktarda para aktarıldığını bilmiyorum; ama bu acenteliği ciddî ciddî yaptıklarına göre, ortalıkta azımsanmayacak derecede bir para miktarının döndüğü muhtemeldir – tabii dolar cinsinden.
Hoş, inkâr etmiyorum: Valla bana da dolar cinsinden paracıklar ödesinler, akıllı-akılsız her türden tasarımı savunurum. Hatta yeteri kadar para ödendikten sonra, Başkan Bush’un aslında Kasımpaşalı olduğunu ve bir ara İstanbul Belediyesi futbol takımında Tayyip amcam ile top koşturduğunu bile kanıtlarım.
Benim burada hoşuma giden şey şu: Dediğim gibi, Amerika’da AT’yi evanjelistler, Türkiye’de bizim İslâmcılar, yani dinciler savunuyor. Bizim dincilerin derdi, Allah’ın varlığını “bilimsel” olarak kanıtlamak ve dinsiz laiklerin liselerde ve üniversitelerde öğrettikleri bilimsel teorileri ortadan kaldırmak. İşte bunun aracısı da evanjelistlerin uyduruk AT teorisi olacak. Bu üstün zekâlılar bir yandan Bush’a ve Amerika’ya küfür edip Irak’ın işgaline karşı çıkıyorlar, değer yandan da bunları destekleyen adamların AT’sine dört bir elle sarılıyorlar. Anlayacağınız, birileri Hıristiyanlardan para alıp Müslüman mahallesinde salyangoz satıyor, bizim dini bütün Müslümanlar da bu salyangozu koşa koşa satın alıyor. Zannediyorlar ki, o salyangozlarla laikleri kaçıracaklar.
Peki AT’yi “bilimin” yerine koyunca ne olacak? Onu da Mustafa İslamoğlu’ndan aktaralım. İslamoğlu bizim dincilerin Harvard’ı olan El-Ezher Üniversitesi’nin Şeriat Fakültesi’nden mezun. 1990’da Denge Yayınları ve Akabe Kültür ve Eğitim Vakfı’nı (AKEV) kurmuş (artık neyin eğitimini veriyorlarsa!) Mustafa amcamın çok güzel(!) bir kitabı var. İsmi “Yahudileşme Temayülü” (İstanbul: Denge Yayınları, 6. basım, 1997) – müthiş bir isim, değil mi? “Temayül” kelimesi “eğilim” anlamına geliyor. Ben kitabı görür görmez almıştım. Bakın, Mustafa amcam pis Yahudilerin işlerini nasıl ifşa ediyor:
“Bugünün en tehlikeli İsrailiyyatı çağdaş ideolojiler ve sistemlerdir. Marksizm, sosyalizm, şövenizm ve Kemalizm birer İsrailiyyat olduğu gibi, pozitivizm, materyalizm, sekülarizm ve laisizm gibi felsefî ve siyasî akımlar da bugünün İslâm kültürünü ve hatta varlığını ciddî bir biçimde tehdit eden İsrailiyyattır.
“ (…) Bu sonuncusu olan laisizm, son moda İsrailiyyat olarak günümüz Türkiye Müslümanları için çok ciddî bir tehlike olarak hissettirmektedir kendisini. Müslümanlarca düşünme ve yaşama felsefesini kökten tehdit eden laisizm sadece kültürümüzü değil, imanımızı da tehdit etmektedir. Kadim İsrailiyyat, kelimeleri yerlerinden ederek düşünceyi tahrif ve hayatı tahrip ediyordu. Çağdaş İsrailiyyat olan laisizm ise eşyayı menşeinden, gayesinden ve illetinden ederek, düşünceyi tahrif ve imanı tahrip etmektedir. (…) Laisizm, Kuran’ın diliyle "sapıtanların yolu", yani bir "Hıristiyanlaşma"dır.
” (s. 218)
“ (…) Helen putperest kültürünün günümüzdeki temsilcisi olan Batı da, putlarını Müslüman doğuya dayatabilmek için teknolojiyi ve fikir fahişeleri olan batıcı aydınları ve idarecileri kullandı.
“Anadolu’da 270 yıllık bir serüveni olan ve Kemalizmle kemaline ulaşan "batılılaşma" adlı taklit, aslında bir "maymunlaşma"ydı.
” (s. 293)
İşte bütün bunları İslamoğlu “Yahudileşme Temayülü” olarak adlandırıyor. Peki ne yapmak lazım? İslamoğlu çözüm yolu olabileceğini düşündüğüm birtakım şeyler de yazmış:
“Hakikatin kaynağı tek başına akıl olamaz. Çünkü akıl "mutlak" değil, birçok kayıtla "mukayyet"tir. Aklın mutlaklaştırılması, aklın putlaştırılmasıdır. Buna "akıllılık" değil, olsa olsa "akılcılık" adı verilir.
“ (…) Eğer ilahî hiyerarşiyi bozmadan, yani haddi aşmadan hakikate ulaşmaya çabalarsak, ilk karşılaşacağımız soru/sorun olan "ontolojik hakikatin" elde edilmesinde,
akıl acziyetini itiraf ederek vahyin önünde diz çöküp ona talebelik yapacaktır. Kendi varlığını izah etmekten aciz olan akıl, varlığa ait niçin, neden ve nasılları izah etmekte yetersiz kalmakta mazurdur. Ne var ki, aklın mazur görülemeyeceği nokta, ancak vahye müracaat ederek ulaşabileceği hakikatlere tek başına, vahyi atlayarak ulaşmaya çalışmasıdır ki, zaten bu, aklın yapabileceği en büyük "akılsızlık"tır. (…)
Aklın vahyi inkârı, hastalığının en büyük emaresidir.
” (s. 333)
Eh, akıl nasıl acziyetini diz çöküp itiraf edecek? Akıllı Tasarım yoluyla! Gerçi İslamoğlu’nun AT’yi savunup savunmadığını bilmiyorum, ama emin olun ki mantık aynı. Akıl yoluyla Allah’ın varlığını inkâr edip “Yahudileşen” ve böylece "maymunlaşan" laikleri yola getirmenin yolu AT’den geçiyor. Bir ara Mustafa Akyol da böyle şeyler yazmış ve şöyle demişti:
“Kuşkusuz vahiy mutlak doğrudur; bilim gibi beşeri bilgi kaynakları ise eksik, kusurlu ve değişkendir.
” Ben de bunun üzerine sitesine bir yorum yazmıştım. Akyol da yazdığı (belki de ağzından kaçırdığı) bu garip cümleyi fark edince, bana karşılık olarak iki yazı yayınlamıştı.
Dün Hürriyet gazetesinde bir haber çıktı. Tahran’da şeriata uygun giyinmedikleri gerekçesiyle kadınların sokaktan toplanıp karakola atılmasıyla başlayan çökertme harekatının korkunç boyutları ortaya çıkmış. “Bahar Temizliği” adı verilen operasyon kapsamında 150 bin kişi tutuklanmış. Bunların arasında kılık kıyafet mağdurlarının yanı sıra kadın hakları savunucuları, sendika, medya ve üniversite mensupları varmış. Kadınlar aleyhine olan yasaların kaldırılması için imza kampanyası düzenleyen 30 kadın hakları savunucusu da “ülke güvenliğini tehlikeye attıkları” gerekçesi ile tutuklanmış ve bunlardan beşi dört yıla kadar hapis cezasına çarptırılmış. Ancak asıl hedefi kadınlar ve gençler oluşturuyormuş. Özellikle dar tişörtler, gevşek başörtüleri ve “Batılı” saç stilleri, polisin sert uyarısıyla karşılaşıyormuş. Benim en çok ilgimi çeken şey ise bir fotoğraftı. Batılı tarzda giyinmiş bir gence maskeli bir herif zorla bir şeyler emdiriyordu. Meğersem, polis, şeriata uygun giyinmeyen bir gence “taharet ibriği emme cezası” vermiş! Valla şu yobazların icat ettikleri cezalandırma yöntemlerine hastayım! İşte, Türkiye’de bizim dincilerin istedikleri düzen kurulunca “demokrasi” gidecek, yerine “ibrik” gelecek.
Londra’da iken Darwin’in mezarının olduğu Westminster Abbey’e gidecektim, ama giriş 25 pound idi, üstelik resim çekmeye de izin verilmiyordu. Şimdi, keşke gidip mezarı başında bir Fatiha okusaymışım diyorum. Richard Dawkins’in Newsweek dergisine yazdığı “Unintelligent Design” adlı yazıyı aşağıda resim olarak koydum, üzerine tıklayınca büyüyor, ancak yazı İngilizce. Şurada da Stephen Jay Gould’ın Darwin ile ilgili bir Türkçe yazısı var:
http://kitabus.orgfree.com/inceleme/evrim_kurami/ceviri3.htmlOlup bitenleri görüyorsunuz. Bu zavallılar Batı’ya bir ton laf ederler de, o Batı’nın bugün İslâm medeniyetini toplumsal hayatın her açısından fersah fersah aştığını ve İslâm ülkelerinin sefilleri oynadığını göremezler. Gördükleri vakit de bunun nedenini anlayamazlar. Anlayamadıkları için de işi sadece Batı’ya küfür etmekte bulurlar.
İşte bunlar bu geri kalışın nedenlerini “akıl” ile bulmaya çalışmadıkları, onun yerine her defasında “vahye” sarıldıkları için bin bir türlü sefaletin içinde yuvarlanıyorlar. İşte bu “akılsızlık” sonucunda, Batı medeniyeti ile kendi bilimi, sanatı, teknolojisi ve kültürü ile mücadele etmeyi başaramayan İslâm ülkeleri, çareyi, cennet ve huriler ile kandırdığı aç ve cahil insanlarının bellerine bombalar sararak, bu zavallıları metrolarda ve otobüslerde patlatmakta ve onca masum insanı öldürmekte buluyor. Böyle yapmakla Batı medeniyeti ile mücadele ettiğini sanıyor. Bu nasıl bir sefalettir?
Bu hasta anlayışın Türkiye’deki “akıl yoksunu” temsilcileri de, bu çökmüş medeniyetin savunuculuğunu yapıyorlar. Bu medeniyet ki, kaç yüzyıldır düşünsel, bilimsel ve ekonomik anlamda tek bir gelişme dahi kat edememiş. Dinî taassubun her türden rezilliği içinde karanlıklardan karanlığa, çukurlardan çukurlara yuvarlanmış, çeşit çeşit bataklıklara saplanıp gömülmüş. İşte o medeniyetin bu “akılsız” ve geri kafalı temsilcileri, o karanlıkların içine bizi de çekmek istiyorlar.