BÖLÜNME
Geçen gün otobüse binmiş Taksim’e gidiyordum. Sıcaktan korunmak için körüğün olduğu tarafa geçince pencere kenarında oturan başörtülü bir kız gördüm. Ancak başörtülü demek tam doğru olmayacak. Altında muhtemelen converse marka ayakkabılar, kot pantolon, üzerinde açık kırmızı renk bir tişört, güneş gözlüğü, yüzünde hafif bir makyaj – anlayacağınız, altı “laik” üstü “Müslüman” bir kız. Benim bildiğim ve gördüğüm kadarıyla, başörtüsü takan, tesettür ve çarşafa bürünen kadınlarda bir uyum olur. Yani başörtüsüne muhakkak uzun bir palto ve kumaş pantolon eşlik eder. Çarşaf giyen ise zaten baştan aşağı siyahlara bürünmüştür.
Kızı o hâlde görünce içimden gülmeden edemedim. Saçının telini gösterirse cehennemde yanacağından korkan ve bu nedenle örtü takıp saçını erkeklerden gizlemeye çalışan bir kız, başının dışında kalan kısımları için “modern” giyinmekten çekinmemişti. “Modern” dedim, çünkü başörtüsünün geri bir inancı temsil ettiğini düşünüyorum. Bana göre gördüğüm şey, pratik yaşamın gerçekleri ile geri inancın çatıştığını gösteren açık bir kişilik bölünmesiydi.
Giysiler ister istemez insanların nasıl düşündüğünü de gösteriyor. Kot pantolon giyen, makyaj yapan bir kız ile, siyah çarşaf giyen ve yüzünü göstermeyen bir kızın aynı inançlara ya da ideolojiye sahip olduğunu söyleyemezsiniz. Metallica tişörtü giymiş, siyah kot pantolonlu, spor ayakkabılı ve uzun saçlı bir erkek ile, kumaş pantolon ve gömlek giymiş, ayağında makosen ayakkabılar olan ince bıyıklı bir erkek için de aynısı geçerlidir.
Birkaç hafta önce kız kardeşim işyerinden bir arkadaşı ile Çamlıca’ya tatile gitti. Arkadaşının orada bir devre mülkü varmış. Kaldıkları yerin kocaman bir site içinde olduğunu söyledi. Denize sıfır olan sitede iki tür plaj varmış: biri karışık, diğeri de haremlik ve selamlık. Neye benzediğini merak edip ikincisine girmişler. Gördükleri kardeşimi şaşırtmış. Zira güneşlenenlerin arasında sadece mayo ve bikini giyenler yokmuş, aynı zamanda üstsüz, sere serpe güneşlenen kadınlar da varmış. Haremlik ve selamlık uygulamasının olduğu bir plajda hem de! İşin matrak tarafı, bazı tekne ve motorlar üstsüz güneşlenen kadınları görmek için bilerek plaja yakın geçiyorlarmış. Kadınlar da çığlık çığlığa kaçışıyor ya da üstlerini havlu ile örtüyorlarmış.
Bir defasında gezinirken, fotoğraf çektiren kara çarşaflı kadınlar görmüşler. O kara çarşaflar varken fotoğraflarda kimin kim olduğunu nasıl anlayacaklar diye merak etmiş kardeşim. “Bir tane çektirip çoğaltsalar yeterdi,” diyor. Bana gayet mantıklı geldi!
Her iki örnek de bizim “sözde” inanan ya da Müslüman olarak bildiğimiz insanlara uymuyor. Aslında her iki durum da bugün İslâm dininin gereklerini yerine getirmeye çalışan insanların yaşadıkları tipik kişilik bölünmesini gösteriyor. Zira günümüzün gerekleri karşısından dinin gereklerini tam manasıyla uygulamak imkânsız. Dinin gereklerini kitapta yazdığı şekliyle, körü körüne uygulamaya kalkışan insanlar çoğunlukla gericilik batağına saplanıyorlar – hem de farkında olmadan.
Peki, nasıl olup da hem Müslüman olup hem de gericilik durumuna düşmeyen insanlar bulunuyor? Bunun nedeni, bu insanların insanlık tarihinin son birkaç yüzyılda kaydettiği – demokratik haklar, teknolojik gelişme, insan hakları, kültürel izolasyondan kurtulma gibi – ilerlemelerin meyvelerinden faydalanmaları. Bu insanlar dinî inançlarında herhangi bir değişiklik yapmış değiller. Nitekim inandıkları dinde de herhangi bir iyileştirme ya da ilerleme meydana gelmedi. Olan şey, yaşam koşullarındaki maddî gelişmenin dinin hükümlerinin önemli bir bölümünü geçersiz kılması. İşte bu insanlar, aslında farkında olmadan bu geçersiz kılma durumunu kendi hayatlarında uyguluyorlar.
Bu kişilere sorduğunuzda, size Müslüman olduklarını söyleyeceklerdir. Kuran’a inandıklarını da söyleyeceklerdir. Ama “Kuran’da erkeğin koşullarını yerine getirdikten sonra karısını dövmesi için izin var,” derseniz, emin olun ki, buna burun kıvıracaklardır. Bir erkeğin karısını dövmesini tasvip etmeyeceklerdir – din izin vermiş olsa bile! “Sevgiliniz ile seks yapıyor musunuz?” sorusuna olumlu cevap veren de çıkacaktır. Ama bunlara “Kuran’da evlilik öncesi cinsel ilişki büyük günah sayılmıştır; bu günahı işleyenlere halk önünde 100’er değnek vurma cezası vardır,” derseniz, onlar da büyük ihtimalle burun kıvıracaklardır. Hele bankacılık ya da finans sektöründe çalışan insanlara ve ekonomistlere “Kuran’a göre faiz yasaktır,” deyin, size muhakkak kahkahalarla güleceklerdir.
Bugün pek çok insan dine inanmasına rağmen gerçek hayata uyum sağlamayı, ancak o dinin gereklerini ya bilerek bir kenara atma ya da savsaklama yoluyla başarıyor. Çünkü bu hükümleri yerine getirmeye kalkışırsa, kaçınılmaz olarak yaşamın kendisi ile çatışacağını ve mutsuz olacağını biliyor. Bu açıdan bakıldığında, körü körüne bir din savunusu yapmak gericilik yapmaktan öteye geçmiyor. Bunu yapan insanların önemli bir bölümü etrafta olup bitenlerin farkına varamamış kişilerden oluşuyor. Diğerleri ise, sadece, din sayesinde kendilerine avanta sağlamaya çalışan üçkağıtçılardan ibaret.
Geçen gün otobüse binmiş Taksim’e gidiyordum. Sıcaktan korunmak için körüğün olduğu tarafa geçince pencere kenarında oturan başörtülü bir kız gördüm. Ancak başörtülü demek tam doğru olmayacak. Altında muhtemelen converse marka ayakkabılar, kot pantolon, üzerinde açık kırmızı renk bir tişört, güneş gözlüğü, yüzünde hafif bir makyaj – anlayacağınız, altı “laik” üstü “Müslüman” bir kız. Benim bildiğim ve gördüğüm kadarıyla, başörtüsü takan, tesettür ve çarşafa bürünen kadınlarda bir uyum olur. Yani başörtüsüne muhakkak uzun bir palto ve kumaş pantolon eşlik eder. Çarşaf giyen ise zaten baştan aşağı siyahlara bürünmüştür.
Kızı o hâlde görünce içimden gülmeden edemedim. Saçının telini gösterirse cehennemde yanacağından korkan ve bu nedenle örtü takıp saçını erkeklerden gizlemeye çalışan bir kız, başının dışında kalan kısımları için “modern” giyinmekten çekinmemişti. “Modern” dedim, çünkü başörtüsünün geri bir inancı temsil ettiğini düşünüyorum. Bana göre gördüğüm şey, pratik yaşamın gerçekleri ile geri inancın çatıştığını gösteren açık bir kişilik bölünmesiydi.
Giysiler ister istemez insanların nasıl düşündüğünü de gösteriyor. Kot pantolon giyen, makyaj yapan bir kız ile, siyah çarşaf giyen ve yüzünü göstermeyen bir kızın aynı inançlara ya da ideolojiye sahip olduğunu söyleyemezsiniz. Metallica tişörtü giymiş, siyah kot pantolonlu, spor ayakkabılı ve uzun saçlı bir erkek ile, kumaş pantolon ve gömlek giymiş, ayağında makosen ayakkabılar olan ince bıyıklı bir erkek için de aynısı geçerlidir.
Birkaç hafta önce kız kardeşim işyerinden bir arkadaşı ile Çamlıca’ya tatile gitti. Arkadaşının orada bir devre mülkü varmış. Kaldıkları yerin kocaman bir site içinde olduğunu söyledi. Denize sıfır olan sitede iki tür plaj varmış: biri karışık, diğeri de haremlik ve selamlık. Neye benzediğini merak edip ikincisine girmişler. Gördükleri kardeşimi şaşırtmış. Zira güneşlenenlerin arasında sadece mayo ve bikini giyenler yokmuş, aynı zamanda üstsüz, sere serpe güneşlenen kadınlar da varmış. Haremlik ve selamlık uygulamasının olduğu bir plajda hem de! İşin matrak tarafı, bazı tekne ve motorlar üstsüz güneşlenen kadınları görmek için bilerek plaja yakın geçiyorlarmış. Kadınlar da çığlık çığlığa kaçışıyor ya da üstlerini havlu ile örtüyorlarmış.
Bir defasında gezinirken, fotoğraf çektiren kara çarşaflı kadınlar görmüşler. O kara çarşaflar varken fotoğraflarda kimin kim olduğunu nasıl anlayacaklar diye merak etmiş kardeşim. “Bir tane çektirip çoğaltsalar yeterdi,” diyor. Bana gayet mantıklı geldi!
Her iki örnek de bizim “sözde” inanan ya da Müslüman olarak bildiğimiz insanlara uymuyor. Aslında her iki durum da bugün İslâm dininin gereklerini yerine getirmeye çalışan insanların yaşadıkları tipik kişilik bölünmesini gösteriyor. Zira günümüzün gerekleri karşısından dinin gereklerini tam manasıyla uygulamak imkânsız. Dinin gereklerini kitapta yazdığı şekliyle, körü körüne uygulamaya kalkışan insanlar çoğunlukla gericilik batağına saplanıyorlar – hem de farkında olmadan.
Peki, nasıl olup da hem Müslüman olup hem de gericilik durumuna düşmeyen insanlar bulunuyor? Bunun nedeni, bu insanların insanlık tarihinin son birkaç yüzyılda kaydettiği – demokratik haklar, teknolojik gelişme, insan hakları, kültürel izolasyondan kurtulma gibi – ilerlemelerin meyvelerinden faydalanmaları. Bu insanlar dinî inançlarında herhangi bir değişiklik yapmış değiller. Nitekim inandıkları dinde de herhangi bir iyileştirme ya da ilerleme meydana gelmedi. Olan şey, yaşam koşullarındaki maddî gelişmenin dinin hükümlerinin önemli bir bölümünü geçersiz kılması. İşte bu insanlar, aslında farkında olmadan bu geçersiz kılma durumunu kendi hayatlarında uyguluyorlar.
Bu kişilere sorduğunuzda, size Müslüman olduklarını söyleyeceklerdir. Kuran’a inandıklarını da söyleyeceklerdir. Ama “Kuran’da erkeğin koşullarını yerine getirdikten sonra karısını dövmesi için izin var,” derseniz, emin olun ki, buna burun kıvıracaklardır. Bir erkeğin karısını dövmesini tasvip etmeyeceklerdir – din izin vermiş olsa bile! “Sevgiliniz ile seks yapıyor musunuz?” sorusuna olumlu cevap veren de çıkacaktır. Ama bunlara “Kuran’da evlilik öncesi cinsel ilişki büyük günah sayılmıştır; bu günahı işleyenlere halk önünde 100’er değnek vurma cezası vardır,” derseniz, onlar da büyük ihtimalle burun kıvıracaklardır. Hele bankacılık ya da finans sektöründe çalışan insanlara ve ekonomistlere “Kuran’a göre faiz yasaktır,” deyin, size muhakkak kahkahalarla güleceklerdir.
Bugün pek çok insan dine inanmasına rağmen gerçek hayata uyum sağlamayı, ancak o dinin gereklerini ya bilerek bir kenara atma ya da savsaklama yoluyla başarıyor. Çünkü bu hükümleri yerine getirmeye kalkışırsa, kaçınılmaz olarak yaşamın kendisi ile çatışacağını ve mutsuz olacağını biliyor. Bu açıdan bakıldığında, körü körüne bir din savunusu yapmak gericilik yapmaktan öteye geçmiyor. Bunu yapan insanların önemli bir bölümü etrafta olup bitenlerin farkına varamamış kişilerden oluşuyor. Diğerleri ise, sadece, din sayesinde kendilerine avanta sağlamaya çalışan üçkağıtçılardan ibaret.
Bugün Türkiye’de kendilerini “Müslüman-dindar-inanan” olarak adlandıran kişilerin kendilerine ait televizyon ve radyo kanalları, gazeteleri, dergileri, yayınevleri, internet siteleri, okulları, dershaneleri, yurtları, dernekleri, üniversiteleri, siyasî partileri var. Bunların yanında, sırf onlara yönelik (başörtüsü, haşema, çarşaf, şalvar vs. gibi) giyim eşyası üreten firmaları, plajlarında haremlik/selamlık uygulamasının olduğu tatil köyleri, dinî şarkılar söyleyen şarkıcıları (moda tabirle “sanatçıları”), şairleri, roman yazarları var. Bunların kimi şehirlerde, hayallerindeki yaşam tarzını sürdürebildikleri özel siteleri, kurtarılmış bölgeleri var.
Bugün isteyen camiye gidip rahat rahat namazını kılıyor. Kimi yerlerde, cuma günleri camide verilen vaazlar, okunan hutbeler, hatta namazda okunan sureler hoparlörler ile sokaklarda insanlara dinletiliyor. Minarelerden günde beş defa Arapça “Allah büyüktür” diye ezan okunuyor ve her yerde aynı anda pek çok camiden bu ezan işitiliyor. İsteyenler cami inşa ettirebiliyor, bunun için dernek kurup para toplayabiliyor.
Kuran’ın tefsir ve çevirileri her yerde satılıyor, alınıyor ve okunuyor. Hatta dinî kitaplar basan yayınevlerinin olduğu kitap fuarları düzenleniyor. Dileyen sokağın ortasında rahatlıkla “ben Müslümanım” diyebiliyor ve bu yüzden tutuklanmıyor. Televizyonlarda ve radyolarda Kuran okunuyor, Ramazan ayında Kabe’den canlı yayın yapılarak namaz kılanlar ekranda gösteriliyor. Çeşitli dinî içerikli kongreler düzenleniyor. Sokaklarda başörtülü, çarşaflı, sarıklı, cüppeli, sakallı, tespihli, takkeli gezilebiliyor. Türlü türlü tarikatlar, cemaatler toplumun her alanında faaliyet gösterebiliyor ve okullardan televizyon kanallarına dek pek çok şeye sahip olabiliyor.
Dahası; laik ve Kemalist olmayan ve bunu da açıkça söyleyen bir adam başbakan olabiliyor, onun gibi düşünenlerden oluşan adamların olduğu parti meclise girebiliyor. Bunları oraya onlar gibi düşünenler oy verip gönderebiliyor. Bütün bu insanlar, o ülkede kendileri gibi düşünmeyen insanların yaşamlarını etkileyecek olan kararları mecliste alabiliyor.
İşte bütün bunların olduğu Türkiye’de, birileri hâlâ çıkıp “bu ülkede Müslümanlar baskı görüyor” diyebiliyor. Şimdi bu insan hakkında ne düşünürsünüz? Olaya mantıklı yaklaşırsak, bu insan sadece iki şeyden biri olabilir: Ya beyninin düşünme yetisi ile ilgili tüm kısımları dumura uğramış olduğundan dolayı zihinsel işlev bozukluğu yaşayan bir geri zekâlı ya da en utanmaz türden bir üçkağıtçı.
İşte bugün Türkiye, yaşamlarını akla ve hayatın gereklerine göre düzenlemeye çalışanlar ile, kendi yaşamlarını (ve hiç kuşkusuz diğerlerinin yaşamlarını da) dine göre düzenlemeye çalışan insanların çatışma alanı hâline geldi. İkinci tür insanların arasında cahillerin ve onları kandıranların sayısı oldukça büyük. Bizim geleceğimizi de bu mücadelenin sonucu belirleyecek. Esas mesele ise, bu mücadele tarafların hangi hukuksal ve maddî silahları kullanacakları. Allah sonumuzu hayır etsin – amin!
Not: En üstteki karikatürde sarıklı amcamın sakallarına dikkatlice bir bakın. Bakalım bir anlam çıkarabilecek misiniz?
Bugün isteyen camiye gidip rahat rahat namazını kılıyor. Kimi yerlerde, cuma günleri camide verilen vaazlar, okunan hutbeler, hatta namazda okunan sureler hoparlörler ile sokaklarda insanlara dinletiliyor. Minarelerden günde beş defa Arapça “Allah büyüktür” diye ezan okunuyor ve her yerde aynı anda pek çok camiden bu ezan işitiliyor. İsteyenler cami inşa ettirebiliyor, bunun için dernek kurup para toplayabiliyor.
Kuran’ın tefsir ve çevirileri her yerde satılıyor, alınıyor ve okunuyor. Hatta dinî kitaplar basan yayınevlerinin olduğu kitap fuarları düzenleniyor. Dileyen sokağın ortasında rahatlıkla “ben Müslümanım” diyebiliyor ve bu yüzden tutuklanmıyor. Televizyonlarda ve radyolarda Kuran okunuyor, Ramazan ayında Kabe’den canlı yayın yapılarak namaz kılanlar ekranda gösteriliyor. Çeşitli dinî içerikli kongreler düzenleniyor. Sokaklarda başörtülü, çarşaflı, sarıklı, cüppeli, sakallı, tespihli, takkeli gezilebiliyor. Türlü türlü tarikatlar, cemaatler toplumun her alanında faaliyet gösterebiliyor ve okullardan televizyon kanallarına dek pek çok şeye sahip olabiliyor.
Dahası; laik ve Kemalist olmayan ve bunu da açıkça söyleyen bir adam başbakan olabiliyor, onun gibi düşünenlerden oluşan adamların olduğu parti meclise girebiliyor. Bunları oraya onlar gibi düşünenler oy verip gönderebiliyor. Bütün bu insanlar, o ülkede kendileri gibi düşünmeyen insanların yaşamlarını etkileyecek olan kararları mecliste alabiliyor.
İşte bütün bunların olduğu Türkiye’de, birileri hâlâ çıkıp “bu ülkede Müslümanlar baskı görüyor” diyebiliyor. Şimdi bu insan hakkında ne düşünürsünüz? Olaya mantıklı yaklaşırsak, bu insan sadece iki şeyden biri olabilir: Ya beyninin düşünme yetisi ile ilgili tüm kısımları dumura uğramış olduğundan dolayı zihinsel işlev bozukluğu yaşayan bir geri zekâlı ya da en utanmaz türden bir üçkağıtçı.
İşte bugün Türkiye, yaşamlarını akla ve hayatın gereklerine göre düzenlemeye çalışanlar ile, kendi yaşamlarını (ve hiç kuşkusuz diğerlerinin yaşamlarını da) dine göre düzenlemeye çalışan insanların çatışma alanı hâline geldi. İkinci tür insanların arasında cahillerin ve onları kandıranların sayısı oldukça büyük. Bizim geleceğimizi de bu mücadelenin sonucu belirleyecek. Esas mesele ise, bu mücadele tarafların hangi hukuksal ve maddî silahları kullanacakları. Allah sonumuzu hayır etsin – amin!
Not: En üstteki karikatürde sarıklı amcamın sakallarına dikkatlice bir bakın. Bakalım bir anlam çıkarabilecek misiniz?
1 comment:
geçen gün bir yerlerde dünyanın en büyük havaalanının hac için 100 km karelik bir alanda s.arabistanda kurulu olduğunu okudum, binlerce müslüman, amerikan boeinglerine avrupa airbuslarına atlayıp şeytan taşlamaya gitme komedisi gözümün önüne geldi, ne diyeyim allah kabül etsin, eminim attığınız taşlar şeytanın kafasına isabet ediyordur :)
Post a Comment