NAZİLERE SARIKLI DESTEK
İnternette dolaşırken sarıklı-sakallı bir adamın Nazi selamı verdiği eski bir resme denk geldim. “Allah hayıra çıkarsın,” diyerek adamın kim olduğuna baktım. Meğersem, zamanında Kudüs müftüsü olan Muhammed Emin El-Hüseyni (Mohammad Amin al-Husayni) imiş. En derli bilgi Wikipedia’dadır diyerekten bir de oraya baktım. Gayet ilginç şeyler yazıyordu. Kısaca aktarayım:
Emin amcam 1895 yılında Kudüs’te doğmuş. El-Ezher Üniversitesi’nde İslâm hukuku okumuş. 1914’de, I. Dünya Savaşı başladığında Osmanlı ordusunda topçu subayı olarak görev yapmış. Anti-semitist olan hoca efendi bir Arap milliyetçisiymiş ve Filistin’de bir İsrail devletinin kurulmasını engellemeye çalışıyormuş. Bu nedenle II. Dünya Savaşı sırasında Nazilerle işbirliği yapmış ve Waffen-SS adlı bir birlik için Müslüman askerler toplamış.
Muhammed hocanın bir-iki vukuatını aktarayım:
Kızıl Haç zamanında bir teklifte bulunarak, Alman esirler karşılığında Polonya’dan Theresienstadt toplama kampına gönderilen 5000 Yahudi çocuğun serbest bırakılmasını istemiş. Ancak hoca efendi, Nihai Çözüm’ün baş uygulayıcısı Heinrich Himmler ile birlikte doğrudan olaya müdahale ederek esir değişimini engellemiş.
Müftünün örgütlediği sabotajlar arasında, Tel Aviv’e yapılacak olan bir kimyasal saldırı da varmış. Şehrin su sitemine toksin dökmek üzere beş paraşütçü gönderilmiş. Adamlar Eriha şehri yakınlarındaki bir mağarada polis tarafından yakalanmış. Şehrin polis müdürü şöyle bir açıklama yapmış: “Laboratuar raporuna göre, her konteynır 25.000 kişiyi öldürecek miktarda zehir içeriyor ve en az 10 konteynır vardı.”
Kızıl Haç zamanında bir teklifte bulunarak, Alman esirler karşılığında Polonya’dan Theresienstadt toplama kampına gönderilen 5000 Yahudi çocuğun serbest bırakılmasını istemiş. Ancak hoca efendi, Nihai Çözüm’ün baş uygulayıcısı Heinrich Himmler ile birlikte doğrudan olaya müdahale ederek esir değişimini engellemiş.
Müftünün örgütlediği sabotajlar arasında, Tel Aviv’e yapılacak olan bir kimyasal saldırı da varmış. Şehrin su sitemine toksin dökmek üzere beş paraşütçü gönderilmiş. Adamlar Eriha şehri yakınlarındaki bir mağarada polis tarafından yakalanmış. Şehrin polis müdürü şöyle bir açıklama yapmış: “Laboratuar raporuna göre, her konteynır 25.000 kişiyi öldürecek miktarda zehir içeriyor ve en az 10 konteynır vardı.”
Emin hoca 1941 yılında Almanya’ya giderek dışişleri bakanı Ribbentrop ve Hitler ile görüşmüş. Hatta Yahudi soykırımının baş mimarı Adolf Eichmann ile de birkaç defa görüşmüş. Anılarında şöyle yazmış hoca:
“Almanya ile işbirliğimizin temel koşulu, Filistin’de ve Arap dünyasında kalan son Yahudilerin her birinin kökünü kazımak için bedava yardım almaktı. Yahudi sorununu, hem ulusal ve ırksal amaçlarımıza uygun bir yoldan, hem de kendi Yahudileri ile başa çıkarken Almanya tarafından bulunan bilimsel yöntemlere göre çözmemize imkân veren belirgin bir sorumluluğu Hitler’den istedim. Aldığım yanıt şuydu: ‘Yahudiler sizindir.’ ”
1944’de Berlin Radyo’sunda yaptığı bir konuşmada ise şunları söylemiş:
“Araplar, tek bir vücut olarak ayağa kalkın ve kutsal haklarınız için savaşın. Yahudileri gördüğünüz her yerde öldürün. Böylesi hem Tanrıyı, hem tarihi, hem de dini memnun eder; şerefinizi korur. Tanrı sizinledir.”
“Almanya ile işbirliğimizin temel koşulu, Filistin’de ve Arap dünyasında kalan son Yahudilerin her birinin kökünü kazımak için bedava yardım almaktı. Yahudi sorununu, hem ulusal ve ırksal amaçlarımıza uygun bir yoldan, hem de kendi Yahudileri ile başa çıkarken Almanya tarafından bulunan bilimsel yöntemlere göre çözmemize imkân veren belirgin bir sorumluluğu Hitler’den istedim. Aldığım yanıt şuydu: ‘Yahudiler sizindir.’ ”
1944’de Berlin Radyo’sunda yaptığı bir konuşmada ise şunları söylemiş:
“Araplar, tek bir vücut olarak ayağa kalkın ve kutsal haklarınız için savaşın. Yahudileri gördüğünüz her yerde öldürün. Böylesi hem Tanrıyı, hem tarihi, hem de dini memnun eder; şerefinizi korur. Tanrı sizinledir.”
SS’lerin başı Himmler de 2 Kasım 1943’te müftüye şöyle bir telgraf çekmiş:
“Başlangıcından beri, Büyük Almanya’daki Nasyonal Sosyalist hareketin bayrağında yeryüzündeki Musevi halkına karşı savaş yazılmıştı. Bu nedenle bu hareket özgürlük dostu Arapların, özellikle de Filistin’de olanların, Yahudi işgalcilere karşı yürüttüğü savaşı özel bir sempati ile izliyordu. Bu düşmanın ve ona karşı olan ortak mücadelenin tanınmasında, Nasyonal Sosyalist Büyük Almanya ile tüm dünyadaki özgürlük dostu Müslümanların arasında mevcut olan doğal ittifakın sağlam temelleri bulunuyor. Bu ruh içerisinde, iğrenç Balfour Deklarasyonu’nun bu yıldönümünde, mücadelenizin nihai zafere dek başarılı bir şekilde sürdürülmesi için size en içten selamlarımı ve dileklerimi gönderiyorum. Reichsfuehrer S.S. Heinrich Himmler”
“Başlangıcından beri, Büyük Almanya’daki Nasyonal Sosyalist hareketin bayrağında yeryüzündeki Musevi halkına karşı savaş yazılmıştı. Bu nedenle bu hareket özgürlük dostu Arapların, özellikle de Filistin’de olanların, Yahudi işgalcilere karşı yürüttüğü savaşı özel bir sempati ile izliyordu. Bu düşmanın ve ona karşı olan ortak mücadelenin tanınmasında, Nasyonal Sosyalist Büyük Almanya ile tüm dünyadaki özgürlük dostu Müslümanların arasında mevcut olan doğal ittifakın sağlam temelleri bulunuyor. Bu ruh içerisinde, iğrenç Balfour Deklarasyonu’nun bu yıldönümünde, mücadelenizin nihai zafere dek başarılı bir şekilde sürdürülmesi için size en içten selamlarımı ve dileklerimi gönderiyorum. Reichsfuehrer S.S. Heinrich Himmler”
Bizim müftü savaşın sonuna kadar Nazi Almanya’sı adına Araplar arasında bir propagandacı olarak çalışmış ve Alman silahlı kuvvetleri için Arap ve Müslüman gönüllüler toplamış. Savaştan sonra ilk önce İsviçre’ye gitmiş, orada alıkonulmuş ve Fransa’da ev hapsine alınmış. Ancak buradan kaçarak Mısır’a sığınmış. 1948’de Arap-İsrail savaşını desteklenmiş. Hatta şöyle dediği rivayet ediliyormuş: “Müslüman kardeşlerim, kutsal savaş ilân ediyorum! Yahudileri öldürün! Onların hepsini öldürün!” 1974’de Beyrut’ta sonsuzluğa intikal etmiş.
Bu müftü dini fanatikliğin nerelere kadar gidebileceğini çok güzel gösteriyor. Acaba müftü efendi Nazi selamı verirken ya da ölüm çağrısı yaparken, şimdilerde bizim dincilerin pek sevdiği “İslâmi hoşgörü” diye bir şeyin olup olmadığını hiç düşünmüş müdür? Bu türden olaylara hep “Böyle şeyler dinde yoktur,” diyerek karşı çıkan birtakım tipler var. Eh, o zaman, dört halifeden üçünü öldüren kimlerdi? Ya da peygamberin torununu Kerbela’da öldürüp başını kesen, sonra da etrafta gezdiren? Kuzey Irak’ta Türk şoförlerini tekbir getirerek boğazlayan? Sivas’ta otel yakan? Malatya’da boğaz kesen? Eğer Kuran ayetlerinin din adına adam öldürmenin meşrulaştırılması için kullanılmasına izin veriyorsa, bunun suçlusu kimdir?
Bu müftü dini fanatikliğin nerelere kadar gidebileceğini çok güzel gösteriyor. Acaba müftü efendi Nazi selamı verirken ya da ölüm çağrısı yaparken, şimdilerde bizim dincilerin pek sevdiği “İslâmi hoşgörü” diye bir şeyin olup olmadığını hiç düşünmüş müdür? Bu türden olaylara hep “Böyle şeyler dinde yoktur,” diyerek karşı çıkan birtakım tipler var. Eh, o zaman, dört halifeden üçünü öldüren kimlerdi? Ya da peygamberin torununu Kerbela’da öldürüp başını kesen, sonra da etrafta gezdiren? Kuzey Irak’ta Türk şoförlerini tekbir getirerek boğazlayan? Sivas’ta otel yakan? Malatya’da boğaz kesen? Eğer Kuran ayetlerinin din adına adam öldürmenin meşrulaştırılması için kullanılmasına izin veriyorsa, bunun suçlusu kimdir?
9 comments:
Cok cok cok enteresan! Cok guzel yazmissin, yine benden binlerce tesekkur.
www.elifsavas.com/blog
Bir de yazacaktim da unuttum: icinde bulundugumuz ortam sadece din adina degil, irk adina bir kavga. Fasist/ dinci bir olusum. Ki cok daha kotu.
müslüman kardeşlerimiz hiç özeleştiri yapmıyorlar, bunu yapan müslüman olmaz deyip işin içinde çıkıyorlar, ha bir de komplo teorilerine ve provakasyon kelimesine bayılıyorlar, tabi dünyada şiddet ve terör kelimesiyle özdeşleşenler müslüman değil budistler, arap değil çinliler :(
Konuyla alakası yok ama Taha Akyol' dan bu yazı gözünden kaçmasın, aynen ekliyorum...
****
Hangi demokrasi?
DEMOKRASİ, devlet gücünün meşruiyetini, yetkisini halktan alması demektir. Ama Fransız Jakobenleri de, Hitler de "halk iradesi" deyip duruyorlardı! Stalin'in icadı da "Halk demokrasileri" idi.
Gerçekten, liberal özgürlükleri içermediği zaman "cumhuriyet" ve "demokrasi" kavramları böyle totaliter felsefelere dönüşebilir. J. L. Talmon'un "Totaliter Demokrasinin Kökenleri" adlı eseri bir siyaset bilimi klasiğidir: Kurucu babası J. J. Rousseau olan totaliter felsefeler. Artık Tanrı adına değil, ulus, ırk veya sınıf adına, mutlak bir hâkimiyet, sınırsız bir devlet kudreti! "Kuvvetler birliği" ilkesi, yani yasama, yürütme ve yargının tek elde toplanması!..
Halbuki liberal demokrasinin alfabesi, kuvvetler ayrılığı ve devlet iktidarının bireysel özgürlüklerle toplumsal dinamikler lehine sınırlanmasıdır.
Özgürlüğün Geleceği
Jakoben yazar Özdemir İnce, yayımlanmasından üç yıl sonra keşfettiği liberal Fareed Zakaria'nın "Özgürlüğün Geleceği" adlı kitabından alıntılar yapıyor. Ulus ya da halk adına kurulan otoriter rejimlere karşı liberalizmin yönelttiği eleştirileri alıyor, Türkiye'deki 'seçilmiş' iktidarlara karşı 'atanmışlar'ı savunmak için kullanıyor!
Zakaria'nın temel tezini çarpıtmaktır bu!
Zakaria'ya göre, ister 'seçilmiş' olsun, isterse farazi olarak 'ulus'u temsil ediyor sayılsın, liberalizmin klasik özgürlüklerini tanımayan her rejim 'illiberal'dir; liberal özgürlüklere aykırıdır; adı demokrasi de olsa, cumhuriyet de olsa!
Bireysel yaratıcılığı ve sosyal dinamizmi engelleyerek sosyal gelişmeye de zarar verir. Zakaria'nın kanıtı, tarihte Jakoben Fransa ile bürokratik Almanya'nın, liberal İngiltere'ye göre geri kalmış olmasıdır.
Fransa ve Almanya'da devlet, belli bir sosyal amaç için aşırı yetkilere sahip olmuş, toplumu zapturapt altında tutması da sosyal dinamizmi frenlemiştir. Liberal devlet ise bireyin ve toplumun önünü açıyor, gelişmeyi hızlandırıyor. Fransa ve Almanya "liberalizm noksanı"nı İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra gidermek suretiyle bugünkü seviyelerine ulaştılar. (Sf. 65-68)
Statükocu kim?
Zakaria'nın kitabını, Türkiye'de yanılmıyorsam ilk defa ben tanıttım. (Milliyet, 4 Ağustos 2003) Şimdi Kırmızı yayınlarından tercümesi çıktı. Demokrasi, cumhuriyet, liberalizm gibi büyük felsefelere ilişkin tartışmalarda son derece yararlı olacak bir kitap.
Türkiye'de tarihen sanayileşmeye, modernleşmeye öncülük edecek girişimci orta sınıf güçsüz kaldığı için bu işlevi devlet ve bürokrasi üstlendi, Fransa ve Almanya gibi bizde de 'illiberal', baskıcı bir 'ilerici' otoriter devlet oluştu.
Ama, ekonomik ve demokratik gelişmeler sayesinde, bugünkü Türkiye güçlü bir girişimci orta sınıfa sahiptir, modernleşmenin lokomotifi artık bu sivil dinamiklerdir ve eski devletlû 'ilerici'ler artık statükocudur!
Zakaria'nın şu satırları araba ile atın yerini karıştırmamak konusunda da tarihsel bir uyarıdır:
"(Gelişmenin önünü açmada) anahtar, dinsel değil, siyasi ve ekonomik reformdur. İslamın değişimi üzerine vurgu yapmak, meseleyi yanlış yere koymaktır. Hıristiyanlığın moderniteye uyumundaki anahtar, Kilise'nin aniden ilahiyatın liberal yorumunu kabul etmesi değildi. Toplumun modernleşmesi Kilise'nin de bunu kabulünü gerektirmişti..." (Sf. 156)
Gaykedi; Bu çevreye yakın biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, Türkiye’deki liberaller Akyol’u kendilerinden saymazlar pek. Hem liberaller demokrasiyi de çok sevmezler. Hayek amcamı yazmıştım daha önce. Taha Akyol’un fikirlerinin daha “açık” biçimini oğlu Mustafa Akyol’un sitesinde bulmak mümkün. Akıllı tasarım ve vahiy üzerine Mustafa Akyol’un yazdıklarından bahsetmiştim. Hatta benim yazdığım yoruma cevaben kendisi iki yazı daha yazdı.
Akyol’un bahsettiği Zakaria amcam Newsweek dergisinde köşe sahibidir. Başka yerlerde yazıyor mu, bilmiyorum. Bu Zakaria tam bir Ertuğrul Özkök’tür. Amerika’nın Irak’a girdiği günlerde yazılarını okurdum – ABD yanlısı yazardı hep. Sonra okumayı bıraktım.
Akyol amcam bize pek bir laf etmiş de, her nedense o sözünü ettiği birtakım liberal özgürlüklerin İran, Suudi Arabistan, Kuveyt, Libya vs. gibi Müslüman din kardeşlerimizin yaşadıkları ülkelerde de olmadığını unutmuş. Bunun gibiler iş oraya vardığı zaman sus-pus olurlar. Bizde olan biteni görürler de, diğer yerlerdekini görmezler. Çünkü işlerine gelmez. Hele Medine anlaşması üzerine kitap yazan Taha amcamın hiç işine gelmez.
Bunun gibiler sürekli olarak “jakoben” dedikleri Atatürk’ü eleştirirler. Neymiş efendim, yaptıkları demokrasiye ya da liberal özgürlüklere uymuyormuş. Ama akıllarına hiç gelmez şu: Savaştan yeni çıkmış, bitkin ve bezgin, sadece %12’si okuma-yazma bilen cahil ve köylü bir halk ile liberal demokratik haklar nasıl uygulanır? Atatürk ne yapacaktı? Referanduma gidip “Ey ahali, biz cumhuriyet diye bir şey varmış, onu ilan etmeyi düşünüyoruz. Siz ne dersiniz? Edelim mi?” mi diyecekti? Ya da “Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verelim mi?” diye halka mı soracaktı?
Bütün bunlar halka tepeden verildi. Doğrudur, bu açıdan yapılanlar jakobenliktir. Ama kimse bugün kalkıp “kadınlara bu hakların verilmesi yanlıştı,” demiyor. “Cumhuriyeti rejimine geçmek yanlıştı,” demiyor. Akyol’un kendisi de demiyor sanırım.
Fransa ve Almanya’nın İngiltere’ye kıyasla geri kalmasından bahsetmiş Zekeria amcam. Akyol da bunu alıntılamış. Güya nedeni bireysel özgürlüklerin kısıtlanmasıymış. Halbuki bunlar sadece birer sonuç. Bu ülkeler bu özgürlükleri nasıl kısıtladılar? Bu gücü nereden buldular? Her iki ülkede devletin egemen hale gelmesinin şartlarını bilmiyor mu Akyol? Fransa’da devrim olduğunda İngiltere’nin buna muhalefet ettiğini bile unutmuş.
Olayların içinde bulunduğu şartları değerlendiremiyorlar. Kafalarını kullanmıyorlar. Maalesef, Akyol olup bitenleri birbirine karıştırmış. Bahsettiği şeylerin birtakım önkoşullarının olduğunu, bunlar olmadan bu hakları uygulamanın imkansız olduğunu bilmiyor. Akyol’un yazılarında bilgi hatası yaptığını ve olayları birbirine karıştırdığını çok önceleri bir röportajında Emre Kongar da söylemişti.
Yine de, yazıyı verdiğin için sağolasın.
fikirlerine bazen katılmasam da bu ülke de ki "sağ" görüşün sığ dünyasında önemsenecek değerli birisidir Taha Akyol...
Bizde bilirsiniz 'dinime söven müslüman olsa bari' tabiri vardır. Bunla ne demek istediğimi anladınız. Bir musevi olarak biraz da kendi dininizi eleştirmeyi düşünüyor musunuz bunu merak ediyorum. (ha bir de komünizmin ve nazizmin önde gelen kadrolarında nedense hep yahudi kökenli kardeşlerimiz var. sanırım o dikkatli gözünüzden kaçtı. iyi akşamlar... saygı ve selamlarımla.
Bliyaal ismini seçmem Bakunin’in Tanrı ve Devlet’te şeytana olan özgür düşünür övgüsü nedeniyledir. Yukarıdaki mavi kutucuktan bellidir sanırım bu. Komünizmin önde gelen kadrolarında Yahudilerin olması ne anlam ifade ediyor? Marx Yahudidir, doğru, buradan kötülük yapan komünistlerin Yahudi oldukları anlamı mı çıkıyor? Nazizmin önde gelen kadrolarında Yahudi olduğunu bilmiyordum. Nasıl oluyor bu? Şunu söylemek lazım: dinin kendisi ile o dini temsil ettiklerini söyleyenlerin davranışlarını ayırt etmek gerekiyor. Diğer yandan, Müslümanların hoşgörü isterken, aynı hoşgörüyü başkalarına da göstermeleri gerekiyor
cok güzel olmus, devam et bu arada, unutma tarihi alevi gözlügüyle degil, objektiv insan gözüyle bak .tarihi iyi anlamak iyi analiz etmek,insafdan gecer.üc halifeyi katleden güruhun,politik ve dini münafikliklari binlerce kitaba konu olmustur.örnek:ibn hazm"el-milel ve'nihal".okunmasi tavsiye olunur.
Post a Comment