TANRI VE DEVLET
Mustafa Akyol’un sitesindeki Akıllı Tasarım ve vahiy tartışmasından sonra, Bakunin’in “Tanrı ve Devlet” adlı kitabını bir karıştırayım dedim. Kitabı okuyalı yıllar olmuş, içinde altını çizdiğim yerlerin çoğunu unutmuşum. İşaretlediğim yerleri okurken, Bakunin’in o sert üslubunun onca zamandan sonra insana hâlâ canlı ve hararetli geldiği gördüm. Çizdiğim bazı yerleri buraya da aktarayım dedim. Benim en beğendiğim ilk alıntı. (Tanrı ve Devlet, Öteki Yayınevi, Çeviren: Sinan Ergün, 1999)
“ … Bilgi ağacının meyvelerine dokunmak açık bir biçimde yasaklanmıştır. Böylece, kendini anlama yeteneğinden tümüyle mahrum kalacak insanın, ebediyen bir hayvan olarak kalması, edebi Tanrısı, yaratıcısı ve efendisi önünde hep dört ayak üzerinde sürünmesi istenmiştir. Ama bu noktada, şeytan, ebedi isyancı, dünyanın ilk özgür düşünürü ve kurtarıcısı sahneye çıkar. O, insanın kendi hayvani cehalet ve itaatinden utanmasını sağlar, onu kurtarır, itaatsizliğe ve bilginin meyvesini yemeye zorlayarak, alnına özgürlüğün ve insanlığın damgasını vurur.” (s. 10-1)
“Tanrıları, yarı tanrıları, peygamberleri, Mesihleri ve azizleri ile tüm dinleri yaratan, henüz tam olarak gelişmemiş ve yeteneklerine tam olarak sahip olamamış insanın saf hayal gücüdür. Sonuç olarak dinsel cennet, cehaleti ve imanı tarafından yüceltilmiş insanın, kendi görüntüsünü içinde büyütüp tersine çevirerek – yani kutsallaştırarak – yeniden keşfettiği bir hayalden başka bir şey değildir. Bundan ötürü, dinin ya da insanın inancında birbirini izlemiş olan tanrıların doğuşu, yükselişi ve çöküntüsünün tarihi, yalnızca, insanlığın kolektif akıl ve bilincinin gelişme tarihidir. İnsanlar, tarihsel olarak ileriye yönelik gelişmeleri sırasında, kendi içlerindeki ya da dışlarındaki doğada ne zaman bir güç, nitelik ya da ne türden olursa olsun büyük bir bozukluk keşfetseler, tıpkı bir çocuğun yaptığı gibi, bunu ölçüsüz bir şekilde mübalağa edip büyüterek, dinsel hayal güçlerinin bir eylemiyle, Tanrıya atfederler. İnanan ve iman eden insanın bu mütevazı ve sofuca cömertliği sayesinde, dünyada işler ne kadar bozulursa cennette o kadar iyiye gider ve, kaçınılmaz bir sonuç olarak da, cennet ne kadar gönenirse insanlığın ve dünyanın hâli o kadar bozulur. Tanrı bir kez tahtına oturdu mu, doğal olarak her şeyin sebebi, saiki, hakemi ve mutlak düzenleyicisi hâline gelir. Bu andan itibaren dünya hiçbir şey, Tanrı her şeydir. İnsan, bilinçsiz bir şekilde boşluktan çıkarttığı Tanrının önünde eğilir, ona tapınır ve kendisini onun yarattığı bir varlık, onun kölesi olarak ilan eder.
“Böylece Tanrı her şey, gerçek dünya ve insan ise hiçbir şey hâline gelir. Gerçek, adalet, iyilik, güzellik, güç ve yaşam Tanrıya atfedilir; insana ise hata, haksızlık, kötülük, çirkinlik, güçsüzlük ve ölüm kalır. Tanrı efendi olur, insan köle. Adaleti, gerçek ve ebedi yaşamı kendi çabasıyla bulma kudretine sahip olmayan insan, onları yalnızca kutsal bir vahiy aracılığıyla elde edebilir. Ancak, her kim vahiyden söz ederse, o, bizzat Tanrının kendisine esinlediği elçiler, mesihler, peygamberler, papazlar ve yasa koruyucularından da söz etmek zorundadır; ve bunlar bir kez kutsallığın yeryüzündeki temsilcileri, insanları kurtuluşa giden yolda yönetecek Tanrı tarafından seçilmiş kutsal eğitmeler olarak kabul edildiler mi, zorunlu olarak, hemen mutlak iktidarın uygulayıcısı hâline gelirler. Bu andan itibaren, bütün insanlar onlara sorgusuz sualsiz itaatle yükümlüdürler; çünkü kutsal akıl karşısında insan aklı ve Tanrının adaleti karşısında yeryüzünün adaleti bir hiçtir. Tanrının kölesi olan insan, Kilise ve Devletin de kölesi olmak zorundadır – yeter ki, Devlet kilise tarafından kutsanmış olsun.” (s. 25-7)
“Eğer Tanrı varsa insan köledir; insan özgür olabilirse ve olmak zorundaysa, o zaman Tanrı yoktur.
“Bu çemberden çıkılabileceğini iddia eden her kim varsa, ona meydan okuyorum; o zaman herkes safını seçsin.” (s.28)
“ … bir efendi, her kim olursa olsun ve kendini ne kadar liberal gösterme arzusu taşırsa taşısın, her zaman efendidir. Onun varlığı, tüm altındakilerin köleliğini zorunlu kılar. Bundan ötürü, eğer Tanrı varsa ve insan özgürlüğüne hizmet etmek istiyorsa, bunu ancak varolmaktan vazgeçerek yapabilir.
“Ben, insan özgürlüğünün kıskanç bir âşığı ve onu insanda hayran olduğumuz ve saygı duyduğumuz her şeyin mutlak koşulu olarak gören biri olarak, Voltaire’in ünlü sözlerini tersine çeviriyor ve şöyle diyorum: Eğer Tanrı gerçekten varolsaydı, onu zorunlu olarak ortadan kaldırmak gerekirdi.” (s. 30)
“ … Biz görevimizin insanın özgürlüğü, saygınlığı ve refahı adına, yeryüzünden çalınıp cennete götürülmüş olan her şeyin tekrar yeryüzüne indirilmesi olduğuna inanırız. … şimdi, özgür düşünceli kişilerin, cesaret dolu imanları ve bilimsel analizleriyle, cenneti yağmalamalarının tam zamanıdır.” (s. 40)
Mustafa Akyol’un sitesindeki Akıllı Tasarım ve vahiy tartışmasından sonra, Bakunin’in “Tanrı ve Devlet” adlı kitabını bir karıştırayım dedim. Kitabı okuyalı yıllar olmuş, içinde altını çizdiğim yerlerin çoğunu unutmuşum. İşaretlediğim yerleri okurken, Bakunin’in o sert üslubunun onca zamandan sonra insana hâlâ canlı ve hararetli geldiği gördüm. Çizdiğim bazı yerleri buraya da aktarayım dedim. Benim en beğendiğim ilk alıntı. (Tanrı ve Devlet, Öteki Yayınevi, Çeviren: Sinan Ergün, 1999)
“ … Bilgi ağacının meyvelerine dokunmak açık bir biçimde yasaklanmıştır. Böylece, kendini anlama yeteneğinden tümüyle mahrum kalacak insanın, ebediyen bir hayvan olarak kalması, edebi Tanrısı, yaratıcısı ve efendisi önünde hep dört ayak üzerinde sürünmesi istenmiştir. Ama bu noktada, şeytan, ebedi isyancı, dünyanın ilk özgür düşünürü ve kurtarıcısı sahneye çıkar. O, insanın kendi hayvani cehalet ve itaatinden utanmasını sağlar, onu kurtarır, itaatsizliğe ve bilginin meyvesini yemeye zorlayarak, alnına özgürlüğün ve insanlığın damgasını vurur.” (s. 10-1)
“Tanrıları, yarı tanrıları, peygamberleri, Mesihleri ve azizleri ile tüm dinleri yaratan, henüz tam olarak gelişmemiş ve yeteneklerine tam olarak sahip olamamış insanın saf hayal gücüdür. Sonuç olarak dinsel cennet, cehaleti ve imanı tarafından yüceltilmiş insanın, kendi görüntüsünü içinde büyütüp tersine çevirerek – yani kutsallaştırarak – yeniden keşfettiği bir hayalden başka bir şey değildir. Bundan ötürü, dinin ya da insanın inancında birbirini izlemiş olan tanrıların doğuşu, yükselişi ve çöküntüsünün tarihi, yalnızca, insanlığın kolektif akıl ve bilincinin gelişme tarihidir. İnsanlar, tarihsel olarak ileriye yönelik gelişmeleri sırasında, kendi içlerindeki ya da dışlarındaki doğada ne zaman bir güç, nitelik ya da ne türden olursa olsun büyük bir bozukluk keşfetseler, tıpkı bir çocuğun yaptığı gibi, bunu ölçüsüz bir şekilde mübalağa edip büyüterek, dinsel hayal güçlerinin bir eylemiyle, Tanrıya atfederler. İnanan ve iman eden insanın bu mütevazı ve sofuca cömertliği sayesinde, dünyada işler ne kadar bozulursa cennette o kadar iyiye gider ve, kaçınılmaz bir sonuç olarak da, cennet ne kadar gönenirse insanlığın ve dünyanın hâli o kadar bozulur. Tanrı bir kez tahtına oturdu mu, doğal olarak her şeyin sebebi, saiki, hakemi ve mutlak düzenleyicisi hâline gelir. Bu andan itibaren dünya hiçbir şey, Tanrı her şeydir. İnsan, bilinçsiz bir şekilde boşluktan çıkarttığı Tanrının önünde eğilir, ona tapınır ve kendisini onun yarattığı bir varlık, onun kölesi olarak ilan eder.
“Böylece Tanrı her şey, gerçek dünya ve insan ise hiçbir şey hâline gelir. Gerçek, adalet, iyilik, güzellik, güç ve yaşam Tanrıya atfedilir; insana ise hata, haksızlık, kötülük, çirkinlik, güçsüzlük ve ölüm kalır. Tanrı efendi olur, insan köle. Adaleti, gerçek ve ebedi yaşamı kendi çabasıyla bulma kudretine sahip olmayan insan, onları yalnızca kutsal bir vahiy aracılığıyla elde edebilir. Ancak, her kim vahiyden söz ederse, o, bizzat Tanrının kendisine esinlediği elçiler, mesihler, peygamberler, papazlar ve yasa koruyucularından da söz etmek zorundadır; ve bunlar bir kez kutsallığın yeryüzündeki temsilcileri, insanları kurtuluşa giden yolda yönetecek Tanrı tarafından seçilmiş kutsal eğitmeler olarak kabul edildiler mi, zorunlu olarak, hemen mutlak iktidarın uygulayıcısı hâline gelirler. Bu andan itibaren, bütün insanlar onlara sorgusuz sualsiz itaatle yükümlüdürler; çünkü kutsal akıl karşısında insan aklı ve Tanrının adaleti karşısında yeryüzünün adaleti bir hiçtir. Tanrının kölesi olan insan, Kilise ve Devletin de kölesi olmak zorundadır – yeter ki, Devlet kilise tarafından kutsanmış olsun.” (s. 25-7)
“Eğer Tanrı varsa insan köledir; insan özgür olabilirse ve olmak zorundaysa, o zaman Tanrı yoktur.
“Bu çemberden çıkılabileceğini iddia eden her kim varsa, ona meydan okuyorum; o zaman herkes safını seçsin.” (s.28)
“ … bir efendi, her kim olursa olsun ve kendini ne kadar liberal gösterme arzusu taşırsa taşısın, her zaman efendidir. Onun varlığı, tüm altındakilerin köleliğini zorunlu kılar. Bundan ötürü, eğer Tanrı varsa ve insan özgürlüğüne hizmet etmek istiyorsa, bunu ancak varolmaktan vazgeçerek yapabilir.
“Ben, insan özgürlüğünün kıskanç bir âşığı ve onu insanda hayran olduğumuz ve saygı duyduğumuz her şeyin mutlak koşulu olarak gören biri olarak, Voltaire’in ünlü sözlerini tersine çeviriyor ve şöyle diyorum: Eğer Tanrı gerçekten varolsaydı, onu zorunlu olarak ortadan kaldırmak gerekirdi.” (s. 30)
“ … Biz görevimizin insanın özgürlüğü, saygınlığı ve refahı adına, yeryüzünden çalınıp cennete götürülmüş olan her şeyin tekrar yeryüzüne indirilmesi olduğuna inanırız. … şimdi, özgür düşünceli kişilerin, cesaret dolu imanları ve bilimsel analizleriyle, cenneti yağmalamalarının tam zamanıdır.” (s. 40)
7 comments:
In Gods We Trust. Scott Atron
The God Delusion.(bunu biliyorsundur)Richard Dawkins
Leaps of Faith. Nicholas Humphrey
Bunlari cok severek okuyacagini tahmin ediyorum.
www.elifsavas.com/blog
Tanri bosluklardadir; bilimin simdi icin aciklayamadigi bosluklara hakimdir Tanrı... Ama bilimdeki gelismelerle bosluklar giderek doluyor. Maddi dünyadaki ayrintilari aciklayacak bir Tanri ararsaniz, o eninde sonunda bu sürecte bilimle catısacak ve giderek yersiz yurtsuz kalacaktir.bu yüzden cezalandiran,kizan,öc alan,insani cennettten kovan,atese atmakla tehdit eden bir Tanri düsünceniz varsa gözden gecirin.......
Merhaba Elif,
Kitap tavsiyen için çok teşekkürler. Ben de ne zamandan beri bu tarz konular ile ilgili kitap isimleri arıyordum. Ama birçok kitap arasından seçim yapmak kolay olmuyor. Tavsiyeler de burada işe yarıyorlar. Dawkins’in kitabı tahmin ettiğin gibi bende var. Diğerlerini de amazon.com’dan kontrol ettim. Ben de sana Carl Sagan’ın “The Demon-Haunted World: Science as a Candle in the Dark” adlı kitabını öneriyorum. Türkçe’ye de çevrilmişti. Yılar önce televizyonda Cosmos adlı belgeselini izlerdim onun.
Sevgili Gaykedi,
Ben dinlerin anlattığı tanrılar ile ilgilenmiyorum. Sırf kendisine inanmıyorlar diye insanları sonsuza dek cehennemde yakmakla tehdit eden bir tanrı düşüncesi bana oldukça ters geliyor. Tam manasıyla bir tanrının olup olmadığını bilmiyorum, bunu belirlemek oldukça güç. Tanrıya inanmama eğilimindeyim. Ama eğer bir tanrı varsa, bunun dinlerin anlattığı bir tarzda tanrı olduğunu da zannetmiyorum açıkçası. Maddi dünyayı açıklamayan bir tanrı, herhalde yarattıklarının eylemlerine müdahale etmeyen bir tanrı olsa gerek.
Tanri bosluklardadir... Gaykedi, cok begendim!
Bir Omr-i Muhayyel'in blogu kayboldu. Ne oldu, biliyor musunuz? Silinmis diyor.
www.elifsavas.com/blog
Elifcim, Muhayyel blogunu dondurmuştu sıkıldım yazmayacağım diyordu, şimdide silmiş :(
Tanrı' yla ilgili çok sevdiğim bir yazıyı ekleyeyim bari Engin Ardıç Beyfendiden;
**********
Tanrı'yı bulutlar üzerinde oturup aşağıyı seyreden ve canı isteyince duanızı kabul edip tarlanıza yağmur yağdıran ak sakallı bir ihtiyar olarak algılayan zavallılar sözüm sizleredir..
Türkler İstanbul'u alırken neredeydi Tanrı? Peki, buna ses çıkarmayan Tanrı bu kez Viyana'da niçin bize yüz vermemişti acaba?
Tanrı'yı arabanızın freni patladığı zaman hatırlıyorsanız, çok büyük bir ihtimalle o freni onarmayacaktır.
Bendenizin Tanrisi, Muhyiddin-i Arabi Hazretleri'nin * Tanrisidir efendim
Bizim felsefemize göre, Tanrı belli hiçbir 'yerde' değildir, heryerde ve herşeydedir. Tanrı BİR ve TEK'tir, heryer ve herşey de bir ve tektir. Bir kum tanesi benim hem parçam, hem de kardeşimdir.
Fizik yasaları Tanrı'nın emirleridir. Matematik, Tanrı'nın yazdığı şiirdir.
'Sureti', sen baktığın zaman ete kemiğe bürünür, pardon, yani proton ve elektron kılığına girer. Görüntüyü sen yaratırsın, bu bir yanılgıdır, asıl Yaratan hep o perdenin arkasındadır. Onu göremezsin, bir yerde ararsan bulamazsın, çünkü aynı zamanda senin içindedir. Hem içinde, hem dışında.
Tanrı, ateşler ve dumanlar çıkararak dağların tepelerine inmez, 'komşunun karısına sulanmak yasaktır' gibi basit emirler yağdırmaz,Meryem Ana' yı hamile bırakmaz, elinde gönye ve pergel taşımaz, savaşlara, maçlara, tartışmalı pozisyonlara ve hakem hatalarına da karışmaz...Engin Ardic
* Muhyiddin-i Arabi, Mevlana' nin hocasi olur
benden ufak bir ekleme; Yıllar önce o zaman 15 yaşında olan yegenime Tanrı kadınmı erkek mi diye sormuştum,ağbi o nasıl söz tabiki erkek, Allah kadın olur mu hiç yaa demişti...
Gaykedi o kadar aktarma yapınca dayanamadım. Hollandalı bilgin Erasmus’un 16. yüzyılın başında yayınlanan “Deliliğe Övgü” (Encomium Morias) adlı kitabından aktarıyorum (Ondan da alıntılayan: Orhan Hançerlioğlu, Düşünce Tarihi, İstanbul: Remzi Kitabevi, 8. baskı, 1999, s. 177):
“Ah şu mutlu deliler … Yaptıkları bin bir deliliğe ne de güvenirler. Tanrı katına yüz akıyla çıkmak için nasıl da hazırlanıyorlar, deliliklerini armağanlandırmak için cennet bile az gelecek. Tanrının karşısına dizilince kimi balıkla dolmuş karnını gösterecek. Kimi günde şu kadar yüz hesabıyla okunmuş bin ölçek duayı ortaya dökecek. Bir üçüncüsü, uzun uzun tuttuğu oruçları sayacak ve günde bir kez yediğinden ötürü karnının kaç kez patlamak üzere olduğunu anlatacak. Biri, taşımaya yedi geminin yetmeyeceği kadar çok tören, tespih, mırıltı götürecek. Bir başkası altmış yıl eldivensiz parmakla hiçbir paraya dokumadığını söyleyerek övünecek. Öteki, gemicilerin en yoksulunun bile giymekten utanacağı pis cüppesini gösterecek. Başka biri de kayaya yapışık sünger gibi elli yıl aynı manastıra bağlı kaldığını haykıracak. Kimileri ilahi okumaktan seslerinin kısıldığını ileri sürecek. Kimileri de yalnızlıktan avanaklaştıklarını ya da susmaktan dillerinin uyuştuğunu anlatacaklar. Tanrıyı iyice şaşırtacaklar. Bütün bunlardan hiçbir şey anlamıyorum, diyecek Tanrı, benden daha mübarek olmak isteyenlere verecek cennetim yok benim, gidin kendinize benimkinden başka bir cennet arayın! … ”
Post a Comment